Mehlika Mutlu Pampal
Filistin’de canlı canlı film çekiliyor. Ekranlardan izlediğiniz savaş sahnelerinin hepsi gerçek; tüm katliamlar, çocukların ağlayışları, misket bombaları, gözyaşı, okullara ve hastanelere atılan füzeler, masum insanların feryatları, hüzünleri, insanların tutuklanıp her türlü işkencelerin yapıldığı hapishanelere tutsak olarak götürülmeleri…
Paradise Now. Hany Abu Assad yönetimde gerçekleştirilen sarsıcı tanımına uygun tarafsız bir politik drama filmi. Kurgu, oyunculuk, oyuncu yönetimi, hikâye ve özellikle klişelerden uzak bitimiyle izlenilesi, tavsiye edilesi 2005 yapımı. Oyunculardan Said’in (Kais Nashef) ağzından dökülen; `Onlar hem zulmeden hem de kurban olabiliyorlarsa, benim de hem kurban hem de katil olmaktan başka seçeneğim yok` sözcüklerinin afişe iliştirildiği filmdir.
Alıştığımız gibi filmlerdeki duygu sömürüsü, bomba efektleri, kaçan gerillalar, kovalayan askerler, yıkıntılar arasında operasyon yürüten gizli servisler filan yok bu filmde. İntihar bombacısı iki insan ve bu iki insanın tefekkür ettiren sözleri, duruşları, tavırları var. Okullarda, camilerde, sinagoglarda, kiliselerde, kışlalarda gösterilmesi gereken film. Özgürlük için savaşmayı bilenler onun için ölebilmelidir de diyor savaş tacirlerinden biri. Özgürlüğün uğruna savaşılması gereken bir dava değil, başkalarının yaşama hakkına saygı göstermekle yükümlü insanın en temel hakkı olduğunu unutturan savaş pazarının çığırtkanlığını sessiz ve derinden anlattığı için önemli bir film Paradise Now.
Kendini havaya uçurmadan önce veda mesajı kaydeden Khaled`in annesinin hazırladığı sandviçleri yiyip, ellerine belki de daha önce hiç almadıkları o makineli tüfeklerle gerilla olarak doğmuş gerilla olarak büyümüş gibi veda ettirilirken ailelerine bir video kamera aracılığıyla, daha birkaç saat önce nargile içip şehre bakmamışlar mıydı? Bu kadar doğal değil miydi hayatları?... Biri bir kıza tutulmamış mıydı? Arkadaşı onunla dalga geçmemiş miydi? Öyleyse böyle bir eylemi kim gerçekleştirebilir?...
Filistinli sinemacılar bunu nasıl başarıyorlar, İsrail terörü karşısında nasıl bu kadar serinkanlı, bilge ve espritüel olabiliyorlar? Savaş, bombalar, füzeler hayatın içinde… İntihar bombacısı gençlerin hayatının, Filistin’deki hayatın kendisinin, hapishaneye dönmüş parçalı bir ülkeye sıkışmış olma halinin, bizim hayatımızın parçası haline gelse bizleri dehşete sürükleyecek şeylerin normalleşmiş, normalleştiğinden dolayı da insanların olan-biteni kanıksamış olmasının doğallığı var bu filmde. Filmde de olan bitene şaşıran tek kişinin dışarıdan gelmiş olan Süha adındaki genç kız olması da bu yüzden.
Yönetmenin “şiddet”i neden kullanmadığını soranlara verdiği cevapsa hakikaten önemli:
“Görünmeyeni göstermeye çalıştım. Şiddet sokakları tutmuş vaziyette zaten.”
Film “Cennet, Hemen şimdi” diye de çevrilmiş. Biz de bir çağrı olması hasebiyle şöyle çevirelim:
“Dünya, Hemen Şimdi!”
Filmden bir diyalogla bitirelim yazıyı:
Süha- sinemaya gider misin?
Said- hayır, Nablus`ta sinema yoktur.
Süha- evet, biliyorum. Ama yine de sinemaya gitmişliğin vardır, değil mi?
Said- evet, 10 yıl kadar önce. "Rivoli sinemasını yaktık.
Süha- Sinemayı mı yaktınız?
Said- Çok kalabalıktık.
Süha- İyi de sinemayı niye yaktınız ki?
Said- Sinemayı değil, İsrail’e idi eylem. Batı Şeria`da çalışanlara yolu kapamışlardı... Ve biz de bunu protesto için sokaklardaydık. Eylem sinemada sona erdi ve orayı ateşe verdik.
Süha- Niçin sinema?
Said- Niçin biz?...