“Bilgisiz cesaret de, cesaretsiz bilgi de işimize yaramayacaktır. Boş sloganlar, tutarsızlıklar, elde yabancı sigaralarla boykot çağrıları yapmalar, daha çok çalışmayı öğütlemek yerine gidip birilerini havaya uçurmayı fısıldamalar, bizim ancak işimizi zorlaştıracaktır. ‘Onlar’ın kullandığı metotlarla hareket etmek, bizi onlarla aynı safa dizecektir.”
“Allah, içinizde hastaların bulunacağını, bir kısmınızın Allah`ın lütfundan aramak üzere yeryüzünde dolaşacağını, diğer bir kısmınızın ise Allah yolunda çarpışacağını bilmektedir…” (73/20)
Birçoğumuzun bildiği bir pasajdır bu, Kur’ân’dan. Ne zaman okusam ya da hatırlasam, İslâm ümmetinin tabii olarak üç sınıfa ayrıldığını düşünürüm: Hastalar, rızık için yeryüzünde yol tepenler, savaşanlar.
Ve bu üç sınıfın da, birbiriyle çatışmamak, zor anlarda yardımlaşmak, birbirinin kuyusunu kazmamak, genel üst çerçevenin dışına çıkmamak şartıyla, Allah’ın razı olacağı hallerde bulunduğuna inanırım. Herkes kendi cephesinde mücadelededir yani bana göre. Ve imtihanlar da buna göre türlü türlüdür.
Sonra, “O ne güzel kuldu!” ifadesinin, Süleyman Peygamber ve Eyyûb Peygamber için arka arkaya kullanıldığını hatırlarım Kur’ân’da. Şöyle derim: Dünya ihtişamının zirvesindeyken de, acıların dibini bulmuşken de Allah’ı razı etmek, “Ne güzel kuldu!” dedirtmek mümkün.
Zihnimde bu ‘iş bölümü’nü paylaştırdıktan sonra, çok dikkat çekici bir başka pasaja daha geçerim doğal olarak:
“Firavun`un kavminden ileri gelenler dediler ki: “Sen (sihirbazları cezalandıracaksın da) Musa’yı ve kavmini, bu ülkede fesat çıkarsınlar, seni ve ilahlarını terk etsinler diye bırakacak mısın?” Firavun, “Biz onların oğullarını öldüreceğiz, kadınlarını sağ bırakacağız. Biz onların üzerinde ezici bir güce sahibiz?” dedi.
Musa kavmine, “Allah`tan yardım isteyin ve sabredin. Şüphesiz yeryüzü Allah`ındır. Ona, kullarından dilediğini mirasçı kılar. Sonuç Allah`a karşı gelmekten sakınanlarındır” dedi.
Dediler ki: “Sen bize gelmeden önce de bize işkence edildi, geldikten sonra da.” Musa, “Umulur ki, Rabbiniz düşmanınızı helak edecek ve sizi egemen kılıp, nasıl davranacağınıza bakacaktır” dedi.” (7/127–129)
İsrailoğulları, Firavun döneminde iki büyük soykırım geçirdiler: Birincisi, Hz. Musa’nın da kurtulduğu soykırımdı. İkincisi, Hz. Musa peygamber olduktan sonra gerçekleşti.
İçlerinde Allah’ın elçilerinden biri olduğu için, insanlar, soykırımın filan olmayacağını, ‘yardım eli’nin uzanacağını sanıyorlardı. Bunun için itiraz ettiler Musa Peygamber’e, “Ee, ne anladık senin gönderilmenden? Ne değişti?” demeye getirdiler. Oysa, işler gökyüzünde yeryüzünde olduğundan çok daha farklı biçimde yürüyordu. Bu yüzden olsa gerek, Hz. Musa, onlara şunu söylemiş oldu aslında cevabında: “Öyle sınanmadan, pişmeden, hak etmeden, yeterince güçlenmeden ‘emanet’i istemeyin. Taşıyamazsınız!”
* * *
Açıkçası, İsrail’in Gazze operasyonu sırasında aklımda Kur’ân’ın hep bu iki pasajı vardı. Siz buna isterseniz ‘kendi durumunu kurtarıp vicdanını rahatlatmak’ deyin, ben yine de şöyle okudum vakayı:
“Sınamalar sürecektir. Bizden daha hayırlı nice insan, nice peygamber, bizim yaşadıklarımızdan daha büyük acılar yaşamışlardır. O halde ‘Falanca hata yapıldı da bunlar oldu’ demek, laf kalabalığıdır, ayrıca olan-bitene de hiçbir faydası yoktur. Acı çekenler de, onların acılarını seyredenler de imtihandadırlar. Önemli olan, ‘doğal işbölümü’ndeki ruhu kaybetmemektir. Kalpler arasındaki irtibatı koparmamaktır. Düşen bombamlar, çeliğimize su vermektedir. Gelecekteki görevlere bizi hazırlamaktadır. Eğer kıymetini bilirsek…”
Bütün bunlara bağlı olarak, şunu da düşünmeden edemedim elbette:
“Bilgisiz cesaret de, cesaretsiz bilgi de işimize yaramayacaktır. Boş sloganlar, tutarsızlıklar, elde yabancı sigaralarla boykot çağrıları yapmalar, daha çok çalışmayı öğütlemek yerine gidip birilerini havaya uçurmayı fısıldamalar, bizim ancak işimizi zorlaştıracaktır. ‘Onlar’ın kullandığı metotlarla hareket etmek, bizi onlarla aynı safa dizecektir.”
* * *
Bana son paragrafı yazdıran somut üç örnek vereyim:
- Kudüs’e birlikte gittiğimiz arkadaşım, işyerinde, bilgisayarının masa üstüne Kubbetu’s-Sahra’nın bir fotoğrafını koymuş. Oradan biri gelip aynen şunu söylemiş: “Aaaa, Taç Mahal değil mi bu?”
- İstanbul’un birçok yerine afişler asıldı: “Sen Musa’nın çocuğu olamazsın!” Elbette! Yahudilerin zaten Musa’nın çocukları değildir ki! ‘Duyarlı’ kuruluşlarımızın bile bilgi seviyesi bu ise, vah bize…
- Biteviye gönderilip duran boykot listelerinde, alakasız birçok firmanın da adını gördüm. Örneğin Kent Gıda! İlgilenenler bilir, Kent Gıda, Süryani Tahincioğlu ailesinindir. “İsrail teşekkür ediyor” başlığıyla sunulan listede Kent’in olması, hazırlayanların epey ‘gaz’a geldiğini gösteriyordu.
* * *
Allah’ın ‘Rahman’ ismine iman etmiş bir ümmetiz biz. İsrail’in, Rahman sıfatının bir tecellisi olduğunu, ama öte yandan dünyanın Allah katında, sivrisineğin kanadı kadar bile kıymetinin bulunmadığını biliriz. Perdenin kapanmasıyla oyunun bitmediğine, aksine hiç bitmemek üzere yeniden başladığına inanırız.
O halde, eldeki rehber metnin kodlarını çözmek ve gereklerini yapmak için uğraşmak yerine, neden gücümüzü başka şeylerde tüketiriz?