Hayatında israfa zerre kadar yer olmayan Peygamberimiz -as-, sefer dönüşü bir vadiden geçerken, orada yapılan hamurları döktürüyor. Sebep o vadinin bir kavmin helak olduğu vadi olması. Dün değil, yıllar yıllar önce. İn’ikas denen hâl geçişi bu kadar önemli. Bu kadar önemli iken bırakın halleri, yediklerimize giren maddeleri ne kadar kontrol ediyoruz?
Başarıyı yakalamak sonra kaybetmemek için, evlilik hayatında mutlu olmak, diyet yaparken garantili kilo vermek, iyi alışkanlıklar kazanıp, kötü alışkanlıklardan vazgeçmek için, sağlıklı kalmak ve hatta çocuklarımıza tuvalet eğitimi kazandırmak için hep onlara ihtiyacımız var: Kurallar. Sayıları değişken. 100 altın kural da var, 10 zümrüt esas da.
Konuların madde madde sıralanmasını seviyoruz. Kolay anlaşılması bir de albenisi olduğu için kitap isimlerinde, haber başlıklarında bir çok şaşalı madde var. Halbuki bu maddeleri ikiye indirebileceğimizi gördüm. Bundan daha iyi hizmet olmaz herhalde gençler için! (Yazar egosu). Bu iki maddeyi hayatımıza uygulayabilirsek, elimizi attığımız her konuda başarılı olacağımıza eminim (burada ego yok, gerçekten böyle inanıyor yazar). Onlarsız hayatta kalmak imkansız. İşte bu yüzden önce onları düzene koymamız gerekiyor. İlki ile başlayalım:
1. Ne Yersen Osun:
Ramazan ayını yeni uğurladık. On iki saati aşkın aç, susuz durduk. Açlık ve susuzluk karşısında nasıl hissettiğinizi, iftar sofrasına nasıl iştahla baktığınızı hatırlayın. İnsan işleyişinin yakıtı yiyecek ve içecekler. Yemeden içmeden yaşanması imkansız. La ilahe illallah deyince doyan Mevlana’yı ve bazı özel kulları gönlümüze alıp, genel üzerinden, kendimiz üzerinden düşünelim.
Müslüman adam (adam diyoruz, erkek değil) sadece helal ve temiz olandan yiyebilir. Bu da ölçülü olmalıdır. Midesinin üçte birini yemeğe, üçte birini suya ayırmalıdır. Teoride bunları zaten biliyoruz. Fakat pratikte bilgimiz ile alışkanlıklarımız hiç örtüşmüyor. Günde altı öğün yemeye, çeşitleri bol tutmaya yönlendiriliyoruz. Yediklerimizin birçoğu paketli ürün. Paketli ürünlerle derdimiz olmalı. Yemeğe, yapan kişinin ruh hâli bile yansıyorsa, kimin nasıl yaptığını bilmediğimiz yiyeceklere savaş açmalıyız. Yok, macera arıyorsanız, ömürden nasibinizi kaliteli yaşama gibi bir gayeniz yoksa dert değil. Sizin için yakın zamanda Burger yemiş olmanızı dileyebiliriz.
Hayatında israfa zerre kadar yer olmayan Peygamberimiz –as-, sefer dönüşü bir vadiden geçerken, orada yapılan hamurları döktürüyor. Sebep o vadinin bir kavmin helak olduğu vadi olması. Dün değil, yıllar yıllar önce. İn’ikas denen hâl geçişi bu kadar önemli. Bu kadar önemli iken bırakın halleri, yediklerimize giren maddeleri ne kadar kontrol ediyoruz?
GDO’lu ürünlerin haram olduğuna dair fetvalar var. Bu demek oluyor ki, GDO’lu ürün domuz eti ile aynı kefede. O eti yememek için ne kadar uğraşıyorsak, kanı bozuk yiyeceklerden uzak durmak için de o kadar hassas olmalıyız. Bu iş marka, market güvenine bakmaz. Benim marketimde bunlar satılmaz, benim markamın ürünleri hep helaldir deme saflığına düşmeyelim. En az giyeceğimiz kıyafeti, okuyacağımız okulu düşündüğümüz kadar düşünelim bu mevzuyu.
Süfyân-ı Servi -ks- ne güzel söylemiş: “Kişinin dindarlığı, ekmeğinin helâlliği nisbetindedir.”
“Kardeşim! Sen ekmeğini nereden kazanıyorsun, ona bak! Kazancın helal olduktan sonra, hangi safta dilersen namazını orada kıl; bu hususta sana güçlük yoktur” da demiş.
Bu ne demektir? Yediklerin helal olsun da hangi okulda okuduğun, mastırını nerede yaptığın, kaç dil bildiğin, feysbukda kaç arkadaşın olduğu, engebeli yolda parende atıp atamayacağın önemli değil demektir. Sen önce helal ve temiz ve ölçülü yemeye dikkat et, bak gör nasıl güzel kapılar önünde açılacak demektir.
Şimdi Abdurrahman bin Avf’ı anmamak olmaz.
Cennetle müjdelenmiş o güzel insan oruçlu olduğu birgün iftar sofrasına birkaç çeşit yemek konulmuştu. Dikkat buyurun, birkaç çeşit. Çorbasından ara sıcaklarına, ana yemeğinden salatalarına, tatlılarından içeceklerine onlarca çeşit değil. Belki çeşit dediği de hurma çeşidi. Bizim iftariyelik dediklerimizden. Müslümanlar o vakitlerde güçlü. O kadar savaştık, işkence çektik, zor günler geçirdik, şimdi biraz da rahata erip safa sürme vakti bizde diye düşünülecek vakit. Bizim bakış açımıza göre tabi. Fakat Abdurrahman bin Avf hüzünleniyor.
“–Mus’ab, Uhud Savaşı’nda şehit edildi. O, benden daha faziletli idi. Ama kefen olarak bir hırkadan başka bir şeyi yoktu. Onunla da başı örtülse ayakları, ayakları örtülse başı açık kalıyordu. Sonra dünyalık olarak bize her şey lutfedildi. Doğrusu hayırlarımızın karşılığının dünyada verilmiş olmasından korkuyorum.” dedi.
Bütün hayırlarımızın karşılığının dünyada verilmesi… Allah esirgesin….
İlk madde bu. Yerken dikkatli ol, sadece bu. İkincisi senenin son ayında…