İnsan dili bir mucizedir. Bu mucizede yapılan hiçbir hareket boşa yapılmamıştır. Burada her bir unsurun anlama yansıyan değeri vardır. Bunu şöyle de söyleyebiliriz: Lafızdaki her değişiklik mânâdaki bir değişikliğe tekâbül eder.
Meyve ile sebze arasındaki fark: meyvenin ağacı vardır, her sene o ağaç meyve verir ve sen toplarsın. Sebzenin ağacı yoktur, her sene dikersin, yersin ve yeniden dikersin. O yüzden meyve vermek diye bir tabirimiz varken sebze vermek diye bir tabirimiz yok. Hatta yine bu sebeple bizim için ağaç, anaç olarak algılanır. Ağaç cömerttir, size meyvelerini sunar. Çınar ağacının devlet felsefemizde önemli bir yeri vardır.
Meyve ve sebzeye değinmişken dikkat edersek Türkçe’de büyük hacimdeki meyve isimlerinin çoğu yabancı dilden. Mesela armut ve şeftali Farsçadan gelme iken kiraz Yunanca’dan. Bu Türklerin eskiden yaşadığı coğrafyada yani Asya’da büyük hacimdeki meyvelerin yetişmiyor olmasına bağlanıyor. Türkler Asya’da bugün yediğimiz meyvelerden ziyade küçük boyuttaki yemiş diye tabir ettiğimiz meyvelerden tüketiyorlardı.
Meyve kelimesinin kökenine bakacak olursak kelimenin kökü mîv Farsçada “meyve veren dal” demek. -e eki almış hâli olan mîve ise “dalın ucundaki” demek.
Bir Ek Nelere Kâdir
Türkçe bilindiği üzere eklemeli bir dil. Bu dilde kelimenin çoğunlukla sonuna bazılarına göre başına bazı ekler ekleyerek kelime türetiyorsunuz. Dilcilere göre dilde anlamı taşıyan en ufak birim kelimedir. Kelimeden küçük olanlar yani heceler ve harfler herhangi bir anlam taşımaz. Buna göre Türkçe’de ekler de anlamsız sayılabilir. Tabii bu anlamın bir bütün olmaması anlamındadır. Yani elbette eklerde, hecelerde ve harflerde de bir amaç vardır; fakat tek başına bunlar bize bir şey ifade etmez. Tabii dil ilmiyle batınî boyutta ilgilenen ulema içinse her bir harfin dahi bir anlamı vardır. Bunu da akıldan çıkarmamak gerekir. İbn Arabî’nin “Harflerin İlmi” diye eseri vardır mesela.
Başlıkta yazdığımız gibi Türkçe’de ekler birçok şeye kâdirdir. Tek bir ekle siz cümlede bütün bir anlamı değiştirebilirsiniz. Bu anlamda dilimizde harika cümle oyunları vardır diyebiliriz. Bu oyunlar zihin ve ufuk açar. Tembelliğe birebirdir. Haydi şimdi bu başlık altında birisine bakalım birlikte.
-me ve -dik eklerini ayrı ayrı almış bir fiil düşünelim ve öyle bir cümle kuralım:
(1) Onun yemek yemesini biliyorum.
(2) Onun yemek yediğini biliyorum.
Bu iki cümle yemek fiilinin -me ya da -dik eki alması dışında tamamen birbirinin aynıdır. Kelimeler aynı olsa da tek bir ek değişimi sayesinde birinci cümle bir hareket ifade ederken ikinci cümle bir gerçeklik ifade etmektedir. Birincisinde Onun yemek yeme tarzını, usulünü biliyorum gibi bir anlam varken ikinci cümlede onun yemek yemiş olduğunu biliyorum gibi bir anlam vardır.
Kelimenin Konumu Anlamın Aynasıdır
Şunu bir kenara kalın harflerle not edelim: İnsan dili bir mucizedir. Bu mucizede yapılan hiçbir hareket boşa yapılmamıştır. Burada her bir unsurun anlama yansıyan değeri vardır. Bunu şöyle de söyleyebiliriz: Lafızdaki her değişiklik mânâdaki bir değişikliğe tekâbül eder.
Dilde harfleri dizerek heceleri, heceleri dizerek kelimeleri, kelimeleri dizerek cümleleri, cümleleri dizerek metinleri oluşturursunuz. Bu diziliş de bir şuur eseridir. Hayatta hiçbir şey rastgele olmadığı gibi harflerin, hecelerin ve kelimelerin dizilişi de rastgele olmaz. Bu durumu iki cümle üzerinden okuyalım:
(1) Onu tanısaydın çok severdin.
(2) Onu tanıdıysan çok sevmişsindir.
Dikkat edersek tanımak fiilindeki -sa ekinin konumu anlama da etki ediyor. Birinci cümledeki gibi kökten hemen sonra gelirse gerçeğin karşıtlığı anlamı veriyor. “Tanısaydın severdin; ama tanımıyorsun.” gibi bir anlam. İkinci cümledeki gibi -dı zaman ekinden sonra gelirse bir varsayım kuruyor.