Her sene bereketiyle gelip ruhumuza şifa olan Ramazan, bu sene de kapımızı çaldı. Teravihler kılınmaya, oruçlar tutulmaya başlandı. Her sahurda yeni bir heyecanla tutmaya niyet ettiğimiz oruç, aynı heyecanla bize iftarı bekletmeye başladı. Peki nedir Ramazan? Sadece sahura kalkılıp oruç tutulan, iftar yapılan ve teravih namazı kılınan bir ay mı? Kocaman bir ayın anlamı nedir?
Geçtiğimiz Ramazan ayında çokça düşünmüştüm Ramazan’ın anlamını… Her Ramazan’da olduğu gibi namazlarımın çoğunu camide cemaatle kıldığım, mukabele okuduğum, huzur dolu bir aydı… Ancak bir şey farketmiştim ki o şey bana “Ramazan bu olsa gerek” dedirtti. Diğer günlerime nazaran etrafıma karşı daha saygılı davranıyor sevgiyle bakıyordum. Nerede bir olay görsem, başıma ne musibet gelse hayra yoruyor zihnimi kötü düşüncelere esir vermiyordum. Kalbimi bir kuş tüyünden daha hafif hissediyordum. Orucun verdiği açlık hissinden ötürü oluşan zihnî, bedenî dinginliktenmiydi bilmem ama, Allah’ım bu ne güzel şey demeden de edemiyordum. İftarı yapıp biraz canlandıktan sonra içerisinde bulunduğum hali, oruçlu halimle kıyaslayıp dengeliyordum. İnsanın karnı doyunca ister istemez o eski halinden eser kalmıyordu ama bir şekilde Ramazan’ımı sadece sahurdan iftara kadar oruç tuttuğum vakit olmaktan çıkarmaya, her anıma yaymaya çalışıyordum. Böylece bir ay geçmişti… Çok mu abartıyorum bilmiyorum ama içimden “Allah’ın bizlerden istediği Müslümanlığı az da olsa yaşadım” diyordum. Ama kafamda bir soru vardı ve bu soru kafamda büyüdükçe benim için bir sorun olmaya başlamıştı. Böyle bir ay geçirebilmek için on bir ay sonra gelecek olan Ramazan’ı mı bekleyecektim? Bir düşüncedir aldı götürdü beni. Madem Allah bizden güzel Müslüman olmamızı istiyor da neden her ay Ramazan olmuyor? Neden Allah Ramazan sevinicini, huzurunu, bir ayla kısıtlamış ki?...
Allah, Bakara Suresi 185. ayette bu ayı anlatırken; “Hakkı batıldan ayıran, en açık delilleri ihtiva eden Kuran’ın bu ayda indirildiğini, bu ayın insanlığa bir rehber ve insanlığı doğru yola götüren bir ay” olduğunu belirtmiştir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de Ramazan ayı girdiğinde cennet kapılarının açıldığını, cehennem kapılarının kapandığını ve bütün şeytanların zincire vurulduğunu söyleyerek Ramazan ayının bereketine, hayrına işaret etmiştir. Görüldüğü üzere Ramazan, bize hem hayat rehberimiz Kur’an’da hem de ideal beşer olan Peygamber’imizin sözlerinde övülerek müjdelenmiş bir rahmet ayıdır. Övülmüştür övülmesine ancak bize de “Haydi o zaman biz normal seyrimizde devam edelim hayatımıza, Ramazan gelsin bizi ihya etsin!” demek düşmez. Biz Ramazan’ı ihya etmeden Ramazan bizi ihya etmez… Ramazan’ı ihya etmenin yolu da onun bize vermek istediği mesajı alıp anlamaktan geçer. Ramazan’ı anlamak ise orucu anlamak demektir.
Ramazan ayında oruç tutmak tüm Müslümanlara Allah tarafından farz kılınmıştır. Allah, orucun sadece bize değil bizden önceki ümmetlere de farz kılındığını belirttiği “Ey iman edenler! Sizden öncekilere farz kılındığı gibi oruç tutmak, size de farz kılındı” (Bakara,183) ayetinin devamında “Böylece umulur ki fenalıklardan korunursunuz” diyerek orucun anlamını da açıkça belirtmiştir.
Farsça’da “günlük” anlamına gelen “ruze” kelimesinden türemiş olan orucun Arapça’daki karşılığı “savm”dır. Savm sözlükte, yemekten içmekten kendini tutmak, hareketsiz kalmak, her şeyden elini eteğini çekmek anlamlarına geldiği gibi Kuran’da “susmak” anlamında da kullanılmıştır. Sadece sözlük anlamlarına bakarak düşündüğümüzde bile bize bir çizgiyi fısıldayan orucu vurgulamak için Allah, bir kudsî hadisinde kulların her ibadetinde bir menfaat endişesi olduğunu ancak oruçta böyle bir endişe olmadığını, orucun sadece kendi rızası için yerine getirilen bir ibadet olduğunu; bu yüzden de mükafatını kendisinin vereceğini söylemiştir. Böylece bizlere hem orucun diğer ibadetlerden farkını belirtmiş hem de önemine vurgu yapmıştır.
Oruçlu kimse imsak vaktinden iftar vaktine kadar yeme-içmenin dışında başka şeylerden de sakınır, sakınmalıdır. Orucun Arapça’daki anlamlarından birisi olan “susmak”, aslında oruç tutan kimsenin malayani, yalan olanı konuşmaması anlamına gelmektedir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in; oruçlu kimsenin yalanı ve yalanla iş yapmayı terk etmediği sürece, yeme-içmeyi terk etmesine Allah’ın hiçbir ihtiyacı olmadığını dile getirmesi oruç tutan kimse için “susma”nın, yalan söylememenin konuşarak kalp kırmamanın ve diğer bütün kötülüklerden uzak durmanın önemini idrak etmemizi sağlamaktadır.
Tüm bunları süzgecimizden geçirdiğimizde Ramazan’ın bir terbiye ayı olduğunu, orucu da midenin değil nefsin tutması gerektiğini anlıyoruz.
Ramazan’ı, orucu anlamaya dair şu cümleleri de söylemekte fayda var:
Öyle bir Ramazan geçirmeliyiz ki o şerefli ay bittikten sonra, “Allah’ın bizlerden bürünmemizi istediği Müslüman kişiliğine az da olsa Ramazan Ayı’nda büründüm diyebilmeliyiz. Öyle bir oruç tutmalıyız ki, tuttuğumuz oruç bizi kötülüklerden uzak tutmalı. Şeytanları zincire vurmak da dışarı salmak da bizim elimizde. Bir başka söyleyişle: Peygamberi tasdik etmek de bizim elimizde, onu yalancı çıkarmakta…