Hızla gelişen teknolojiler ve hızlı internetin yaygınlaşması hayatın her alanında ciddi bir tüketim çılgınlığı yaşanmasına neden oldu, olmaya devam ediyor. Sosyal medya aracılığıyla herkes her şeyden anında haberdar... Tabiri caizse her şeyi dakikalar içinde tüketen bir canavara dönüştü dünyamız. Hiçbir şey bu hızlı tüketimden kurtulamıyor. Dünyanın en ücra köşesinde yaşananlar, sanki aynı sokakta yaşanıyormuşçasına bütün dünyanın gündemine ulaşabiliyor. İlgiler, alakalar, kültürler, yenilikler aynı gün içinde herkes tarafından takip edilip tüketilebiliyor.
Bu hızlı tüketimden maalesef fotoğrafçılık da nasibini almış durumda. Fotoğraf da tüketilir mi? demeyin. Bütün dünyada anlık o kadar çok fotoğraf paylaşılıyor ki, bu yoğunluktan neredeyse hiçbirini takip edemez hale geliyorsunuz. Sosyal paylaşım siteleri ve uygulamaları aracılığıyla, o kadar paylaşımcı(!) insanlar olduk ki, tabiri caizse paylaşmadığımız hiçbir şeyimiz kalmadı. Çünkü insanlar artık yazı okumaktan çok görselliğin kolaycılığı peşinde koşuyorlar. Tabii bu anlayış vahşi bir paylaşım kültürünü beraberinde getiriyor.
Aslında tam bu noktada ciddi bir tehlike ile karşı karşıyayız. Sayıları belki yüz milyonları geçen bu paylaşımlar içinde; iyi, güzel, değerli fotoğraflar ve diğer paylaşımlar bu çılgınlık içinde kaybolup gidebiliyor. Hafızalarda kazınması gereken gerçek değerler gündeme bile giremeden, kendisini keşfedecek meraklı bir gözün hasretiyle teknolojinin labirentleri arasında hayalet gibi dolaşıp duruyor. Ulaşabilene aşk olsun.
Mesela güzel bir manzara fotoğrafı görüp ‘ne güzelmiş’ diyemeden, gözünüze bir başkası ilişiyor. Sonra bir başkası, sonra daha başkaları... Bunun yanında ölçüsüzce, hiçbir süzgeçten ve kalite kontrolünden geçirmeden yapılan aşırı paylaşımlardan çok daha güzel bir manzara fotoğrafını hiçbir zaman göremeyeceğinizi hiç düşündünüz mü? Düşünün çünkü son birkaç yıldır yaşadığımız süreç böyle bir yola çoktan girdiğimizi gösteriyor. İşimiz icabı internetten fotoğraf ararken, sayıları yüzbinleri bulan fotoğraflarla savaşırken buluyoruz kendimizi. Bu lisanslı stok fotoğraf sitelerinde yaşadığımız sıkıntı. Bir de Google’da aramaya kalksanız gerçek aradığınızı bulmanız tamamen imkânsız hale gelebiliyor.
Peki fotoğraf çekmeyelim mi? Çektiğimiz fotoğrafları paylaşmayalım mı? Tabii ki çekelim ve paylaşalım. Ama hem çekerken hem de paylaşırken ölçülerimiz olsun. Bu ölçülerin neler olduğunu sizlere söylemeye bile gerek duymuyorum. Çünkü hepinizin belli hassasiyetleri olduğunu biliyorum. Ama şu kadarını söyleyebilirim ki, başkalarının özel fotoğraflarını kesinlikle paylaşmayın. Ayrıca çektiğiniz on fotoğraftan belki sadece birini paylaşarak bu gereksiz çılgınlıktan kendinizi bir miktar kurtarabilirsiniz. Çünkü bizim medeniyetimiz ‘söz disiplini’ kadar ‘göz disiplinine’ de önem veriyor unutmayalım.
Bir konu üzerinde tasarım unsurlarını kullanarak çekilen fotoğraflara konsept fotoğraflar deniliyor. Başka bir anlatımla, bir kurgu eşliğinde hikâyeleştirilmiş fotoğraflar bir objeyi, konuyu ya da soyut bir kavramı hayal gücünüzün katkısıyla anlatma sanatı diyebiliriz. Bu tabir daha çok fotoğraf satış sitelerinin pazarlama stratejisi olarak ortaya çıkmış bir kavram. Bu çalışmada fotoğrafçı; dergi, gazete ve diğer basılı yayınlarda kolayca kullanılmak üzere bir konu etrafında, şartlarını, materyallerini ve yardımcı malzemelerini belli bir düzen içerisinde kullanarak tasarıma hazır fotoğraflar çeker. Işık kullanımı, ana ve uygun yardımcı malzeme seçimi, kompozisyon oluşturma becerisi bu fotoğrafların kalitesini doğrudan etkiler.
Burak Taşdemir yanlış hatırlamıyorsam ilk fotoğraflarını gönderen okuyucularımızdan birisi. Küçük Çamlıca’da bulunan Çilehane (İLAM) Camii’nin gün doğumunda görünümünü bizlerle paylaşmış. Fotoğrafı çektiği nokta, genel atmosfer, ışık kullanımı, netlik noktaları yerli yerinde. Ancak en yakında görünen bitki dallarının kareye bu kadar çok girmesine gerek yoktu. Kareye olması gerekenden fazla girerek hem camiyi fazla kapatmış hem de ilk bakışta fotoğrafın ana figürü haline gelmiş. Bir miktar yukarıdan çekerek, genel görünümü çok daha güzel bir kare çekme şansımız olurdu!
Abdurrahman Karaoğlu daha önce köşemize misafir olduğunu hatırladığım bir okuyucumuz. Anladığım kadarıyla o da kendi imkânları nispetinde bir kareyi çekmeden önce belli bir kompozisyon düzenlemesi yapmayı seviyor. Bir cami penceresinden içeri süzülen güneşi beklemesi, rahleyi ışığı yansıtacak bir açıyla oraya yerleştirmesi bu konuda belli bir tecrübesi olduğunu gösteriyor. Kadraj düzenlemesi, konuyu ele alış tarzı ve fotoğrafta netlik probleminin olmaması artıları. Ayrıca ters ışık yapının ayrıntılarını çok iyi ortaya çıkarmış. Ters ışıktan dolayı bazı noktaların aşırı karanlık görünmesi ve fotoğrafın bir miktar eğriliği de kolayca düzeltilebilecek küçük kusurlar olarak değerlendirebiliriz.
Nurgül Çakır yukarıda bahsettiğimiz konsept çalışmalara uygun bir fotoğraf göndermiş. Bir hilye-i şerif hat çalışmasının ham halini, yardımcı malzemelerle destekleyerek belli bir kompozisyon içerisinde kareye almış. Fotoğrafta ilk dikkatimizi çeken unsur, kullanılan sıcak ama eskiyi hatırlatan soluk renk kullanımı olmuş. Bu tercih hat gibi geleneksel bir sanatın tarihi ruhunu vermesi bakımından iyi bir uygulama olmuş. Ayrıca malzemelerin üzerine konulduğu ahşap zemin de bu manada konuyu besleyen ve daha güçlü görünmesini sağlayan yardımcı bir unsur olarak karşımıza çıkıyor. Netliği, ışık kullanımı da fotoğrafın iyi durumda. Fotoğrafın tasarımıyla ilgili belki bir iki düzenleme daha yapılabilirdi. Mesela sağdaki bakır kap tam üsten göründüğü ve kesildiği için, ne olduğu tam anlaşılamıyor. Onun tamamını kareye alıp belki biraz daha aşağıya eğilerek daha yandan bir fotoğraf çekebilirdik. Bu sayede fotoğraf hem ciddi bir derinlik kazanırdı hem de malzemenin ne olduğu daha net bir şekilde görülebilirdi. Eminim bu çalışmanın başka çekilmiş açıları da vardır. Çünkü böyle bir düzenlemeyi yapma becerisi gösteren fotoğrafçı tek kareyle oradan ayrılmamıştır.