
İslâm dünyaya hızla yayılmaya başladığında fethedilen yerlerin enlem ve boylamlarına göre vakit ve kıble tayini yapabilmek için başlı başına ayrıntılı hesaplamalar yapmak icab ediyordu. Bu yüzden Müslümanlar vakit ve kıble tayini için usturlablar ve hassas güneş saatleri geliştirdi. Ancak ilerleyen yüzyıllarda bu işler “muvakkit” adı verilen özel gökbilimcilere emanet edildi ve hemen hemen her büyük camiye muvakkitlere ait bir “muvakkithâne” inşa edildi.
Tarîhî kaynaklara bakıldığında Müslümanların gökbilime yaptığı büyük katkıları görmemek imkânsızdır. İslâmiyet ile birlikte insanlar “Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler…” (Âl-i İmrân, 191) kabilinden ayetlerle gökbilime iyice merak salmıştır. Ancak bir neden daha vardır ki Müslümanları gökbilimle ilgilenmeye adeta zorlamıştır: Zaman tayini.
Yüce dinimiz İslâm’ı dışarıdan bir gözle incelediğimizde bu dinin tam bir “zaman dini” olduğunu görürüz. Çünkü Efendimiz –sallâllahu aleyhi vesellem-in “dinin direğidir” diye buyurduğu namazın farzlarından biri de vakittir. Vakti girmeden kılınan bir farz namazı bâtıl olur. Yine namaz dışında oruç, hac ve zekât gibi İslâm’ın temelini oluşturan ibadetler de bir vakte bağlıdır. Ramazan ayının başlaması için hilâlin görülmesi gerektiği gibi, oruçların başlayıp bitmesi de Güneş’in doğuş ve batışının takip edilmesini zorunlu kılar. Bu yüzden Güneş’in ve Ay’ın günlük, aylık ve yıllık hareketlerinin takip edilmesi ibadetlerin sıhhati açısından büyük önem arz etmektedir.
İslâm dünyaya hızla yayılmaya başladığında fethedilen yerlerin enlem ve boylamlarına göre vakit ve kıble tayini yapabilmek için başlı başına ayrıntılı hesaplamalar yapmak icab ediyordu. Bu yüzden Müslümanlar vakit ve kıble tayini için usturlablar ve hassas güneş saatleri geliştirdi. Ancak ilerleyen yüzyıllarda bu işler “muvakkit” adı verilen özel gökbilimcilere emanet edildi ve hemen hemen her büyük camiye muvakkitlere ait bir “muvakkithâne” inşa edildi.
Muvakkitlik kurumunun tarihi 13. yüzyılın başlarına kadar gitmektedir. Tarîhî kaynaklara göre ilk muvakkitlik yapan kişilerden biri Endülüs’te yaşayan el-Murbitarî’dir. Yine 14. yüzyılda baba-oğul gökbilimci olan Ahmed’in Granada Cami gökbilimcisi ve resmi muvakkidi olduğu, oğlunun da Kurtuba’da “eminü’l evkât” olarak görev yaptığı bilinmektedir.
Osmanlı öncesi dönemde Endülüs, Memlük ve Suriye’de muvakkitlik üzerine yapılan çalışmalar, Osmanlı dönemi muvakkitliğini de doğal olarak büyük ölçüde etkilemiştir. Buralarda şekillenen muvakkitlik kurumu, Osmanlı’da nihâî şeklini almıştır. Semerkand Rasathanesi’nde müdürlük yapan Ali Kuşçu’nun Uluğ Bey’in öldürülmesinden sonra İstanbul’a gelmesiyle Osmanlı’daki astronomi çalışmaları canlılık kazanmıştır. İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmed’in gayretleri neticesinde İstanbul ilim, kültür ve sanat merkezi haline gelmiştir. Fatih’in İstanbul’daki en önemli eserlerinden biri de Sahn-ı Seman Medreseleri’dir. Tarihsel verilere göre bu külliyenin içinde İstanbul’un ilk muvakkithânesi de yer almaktadır. Ne yazık ki günümüze kadar ulaşamayan bu muvakkithâne 1917’de yanmış ve yeniden yapılmamıştır. Ancak Ali Kuşçu’nun Fatih Camisi’nin sağ minaresine yaptığı güneş saatleri hâlen mevcuttur. İstanbul’un zamanında meşhur olan ve günümüze ulaşan iki muvakkithânesi ise Beyazıd ve Yavuz Sultan Selim Camisi’nin avlularında bulunmaktadır.
Osmanlı’nın İstanbul dışındaki birçok şehirde onlarca muvakkithâne yaptırdığı bilinmektedir. İstanbul’da ise tespit edilmiş 71 civarında muvakkithâne inşa edilmiş ve bunlardan 34’ü ancak günümüze ulaşabilmiştir.
1924’te Müneccimbaşı Hüseyin Hilmi’nin ölümüyle müneccimbaşılık müessesesi lağvedilince, müneccimbaşılığa bağlı olan muvakkitlik için “başmuvakkitlik müessesesi” kurulmuştur. Başmuvakkit tarafından idare edilen bu müessese de 20 Eylül 1952’de kapatılıncaya kadar çalışmalarını sürdürmüştür.
Osmanlı’dan bizlere miras kalan muvakkithâne binaları, istimlâk ve ilgisizlik yüzünden ya tamamen yıkılmış yahut camilere ait birer lojman veya depo olarak kullanılmış ya da yıkılmaya terk edilmiştir! Ne yazık ki muvakkithâneler kapatıldıktan sonra büyük bir yağmaya da kurban gitmiştir. İçerisindeki değerli yazmalar ve astronomik aletlerden neredeyse hiçbir eser kalmamıştır! İnşaallah devletimiz ve milletimiz unutulmaya yüz tutmuş olan bu kültürümüzü tekrar ayağa kaldırır! Amin…