
Mescid-i Nebevî’deyiz. Kâmet getiriliyor. İlk namaz başkadır. Hep o tat kalır damakta. İmam, dâvûdî bir ses, yanık bir eda ile gönülleri okşuyor. Ardından teravih, hatimli... Alışık olmayanlar için biraz yoran ve fakat direnen için eşsiz bir ziyafet hatimli teravihler. Hele de Medîne’de.
2012 Ramazan. Bir güzel hazırlık var. Zira son on günü Medine-i Münevvere’de, Rasulullah’ın (s.a.v.) eşiğinde idrak edeceğiz. Bayram günlerini ise Mekke-i Mükerreme’de...
İlk yirmi gün bu heyecanla geçiyor. Gönüller hasret-i Rasulullah ile kıpır kıpır bir halde... Bitmek bilmeyen günler bitiyor. Nihayet hicret vakti... Uçaktayız. Geçmek bilmeyen saatler de geçiyor. Mübarek bir yola düştüğümüz için manevi hazırlık, kur’an ve salavat-ı şerifelerle oluyor elbet.
Artık Medine’deyiz. Dillerden salavat, gönüllerden heyecan eksik olmamalı. Olmuyor da... İftarı apar topar havaalanında yaptıktan sonra otele geçiyoruz. Ruhları diriltecek manevi hazırlığın yanı sıra, bedenlerin de hazırlığı için bir müddet otelde geçiyor vakit. Sonra bir ezan yükseliyor. Yatsı ve ardından eşsiz bir teravih ziyafeti için Mescid-i Nebevî yoluna koyuluyoruz. Bir adım tevhid, bir adım salavat. Medine, gün içinde çokça sıcak olsa da, akşamları öyle tatlı bir serinliği var ki... Yürüdükçe ferahlatıyor. Yaklaştıkça heyecan tüm vücuda biraz daha yayılıyor. Salavatların cezbesi artıyor.
Mescid-i Nebevî’deyiz. Kâmet getiriliyor. İlk namaz başkadır. Hep o tat kalır damakta. İmam, dâvûdî bir ses, yanık bir eda ile gönülleri okşuyor. Ardından teravih, hatimli... Alışık olmayanlar için biraz yoran ve fakat direnen için eşsiz bir ziyafet hatimli teravihler. Hele de Medîne’de.
Umre kafilemiz manen iştiyaklı olduğundan biz de ayak uydurmaya çalışıyoruz. Zira ekipte birkaçımız hariç diğer hepsi hafız. Bu vesileyle, Kur’an ikliminde bir son on gün yaşıyoruz. Her gün sayfalarca Kur’an okuyup anlamanın gayretiyle geçiyor. Her vakit Mescid-i Nebevî’de...
Bir başka Ramazan... O en mübarek günlerini ‘her geceyi Kadir, her geleni Hızır bil’ idrakiyle ifa etmeye çalışmak... Damaklarda orucun o kendine has tadı, dimağlarda Kur’an, gönüllerde zikir ve salavatlar... İftar sofraları birkaç hurma, biraz ekmek ve yoğurttan ibaret ama nice ziyafetlerden daha bereketli bir atmosfer. Sofralarda, ayrı milletlerden olan Müslüman kardeşlerimizle yarım yamalak ama binbir muhabbetle geçen konuşmalar... Akşam ile yatsı arasında, her gün ayrı bir büyüğümüzün o doyumsuz sohbeti.
Bayram sabahı. Nice milletlerden din kardeşlerimizle aynı safta, huzur dolu bir bayram namazı. Namaz biter bitmez, yüzlerce Müslümanla bayramlaşma... Vahdetin ta kendisi. Arından Ravza-i Mutahhara ziyareti. 1400 yıllık bir özlemle salat ve selamlama. Tazim, gözyaşları...
Ziyaretin ardından Mekke’ye yolculuk. Haşmetiyle karşılıyor Kabe-i Muazzama. İmam Mahir’in ruhları titreten tilavetiyle kılınan namazlar... Tavaf, say... Allah’ın evi ne güzel bir sığınak...
Birkaç günlük Umre ibadetinin ardından İstanbul’a dönüyoruz. Havaalanındayız. Yürekler, o güzel günlerde biriken huzurla dolu. Ülkeye giriş işlemlerini halletmek üzere gişede sıra beklerken bir ekip geliyor üzerimize doğru. Kalabalıklar. Yaklaşınca anlıyoruz ki bir siyasi parti ve bir mezhebin temsilciliği ile tanınmış simalar. Genel başkanları da var aralarında. Ayrıcalıklı olduklarını söyleyerek sıramızı gasp etmek istiyorlar. Biz hafif direnince saldırıyorlar. Havaalanı karışıyor. Bizim kafile, biraz hırpalanmış biraz da küfür yemiş vaziyette geri çekiliyor. Bir güzel Umre maalesef böyle neticeleniyor...
Belki aynısı olmaz ama bu iştiyakla bir Ramazan-ı Şerif’i, Türkiye’de de ifa etmek mümkün. Ancak mesele, Ramazan’ı, yani onbir ayın sultanını diğer aylara da aksettirebilmekte. Yapılan ziyaretlerin huzurunu, memlekete döndüğümüzde de muhafaza etmekte... Ramazan’ın da Umrelerin de makbuliyeti bununla anlaşılabilir.
Rabbimiz, Kur’an ikliminde, Rasulullah muhabbetiyle ifa edebileceğimiz bir Ramazan nasip etsin bizlere. Değil diğer aylara, bir ömre aksedecek samimiyette bir idrakle yaşamayı ihsan etsin...