
Sanayi Üretimi Ay
Milletlerin eşyaları isimlendirmeleri onların eşyaya bakışına dair ipuçları verir bizlere. Tanımlayabilme ve isimlendirebilme gücü ya da esnekliği o milletin dilinin de gücünü gösterir. Arapça, yüzyıllardır süregelen kesintisiz birikimiyle yeni kavramlar üretmede son derece güçlü bir dildir. Bütün diller yeni kavramlar üretirken benzetme yöntemini kullanır. Arapça’da uyduya verilen isim bu yöntemin en güzel örneklerinden biridir. Araplar uydu için el-kamerü’s-sınâ’î yani “sanayi üretimi ay” ya da biraz daha açacak olursak “el yapımı ay” demektedirler. Neticede Türkçe’de bizim de kullandığımız sanayi kelimesi de “el yapımı” anlamına gelmektedir.
Değmek Ne? Dokunmak Ne?
Türkçe’de temas etmek karşılığında iki fiil var. Birisi “dokunmak” diğeri “değmek.” Peki biz mesela karşımızda duran birisine dokunur muyuz değer miyiz? Bu sorunun cevabı isteyerek o fiili yaptıysak “dokunuruz” oluyor. İstemeden, gayri ihtiyari yaptıysak “değeriz” cevabını verebiliyoruz hissi olarak. “Dokunmak” ile “değmek” arasında bir diğer fark da dokunmak aynı seviyedeki şeylere olurken değmek yüksekteki bir şeye olmaktadır. Mesela uzun boylu bir şahıs bir kapıdan geçerken kafası kapının üstüne dokundu demez, değdi deriz. İlgi çekici olansa Moğolistan meclisinin ismi. Moğolistan meclisine bugün dahi “Deedü Kural” deniliyor. Yani “Yüksek Meclis” . Deedü, değmek ile ilişkili.
Dilsizler ve Köleler
Her kavme ismi komşuları tarafından verilir. Genelde bu ismin aşağılama ve kötüleme anlamında olduğu görülmektedir. Mesela Türkler İranlılara “tat”, Araplar kendilerinden olmayanlara “acem”, Ruslar Avrupalılara “nemeth”, Avrupalılar Ruslara “slav”, demektedir. Acem kelimesi her ne kadar bizde İranlılar için yerleşmiş olsa da kökeni itibariyle Araplara aittir ve bu anlamdadır. Kelimenin kökenini düşünürsek Türkler de acemdir.
Peki bu kelimeler nasıl bir aşağılama anlamına sahiptir? Teker teker ele alacak olursak, tat, acem ve nemeth “dilsiz” anlamındadır. Kavimler birbirine neden dilsiz diyor peki? Şöyle düşünelim: Eski zamanlarda iki yabancı karşılaştıklarında birbirlerini anlamadıkları için birbirlerini “dilsiz” diye vasıflandırıyorlarmış. Peki ya dördüncü kelime “Slav” ne demek? Slav, Avrupalılar Rusları köle olarak kullandıkları için “köle” demektir.
Olaylar Olaylar Olaylar!
Türkçe’de ikinci hecesi “y” ve “v” ile biten kelimelerin hepsi Cumhuriyet döneminde canlandırılmaya çalışılan kelimelerdir. Mesela birey, dikey, kolay, güney, kuzey, onay ve olay. Buradaki kuzeyin kökü ise düşünmeye değer: Kuzey, kuz “dağın gölgeli yamacı” kelimesinden türemedir. “v” ile bitenlere örnekler şunlardır: Sınav, ödev, görev. Bir istisna alev kelimesidir. Alev, daha eski bir kelimedir ve canlandırılanlardan değildir.
Konu Komşu Ne Der?
Bir çırpıda söyleyiverdiğimiz; ama neden öyle dediğimizi düşünmediğimiz sözler vardır. Konu komşu da o sözlerden biridir. Bu ikilemede yer alan iki kelime de konmak fiilinden türemiştir. İlk kelimeyi kon-u şeklinde gösterebilirken ikinci kelimeyi kon-uş-u şeklinde parçalarına ayırarak size takdim edebiliriz. İlk kelime tek başına konmak eylemini ifade ederken ikinci kelime -uş ekinden dolayı karşılıklı konmayı anlatır. Peki “konuşu” nasıl olmuş da “komşu” olmuş? Eee azizim, dil böyle bir şey işte. Her şeyi kitabına uydurur.
Bâyezid
Geçtiğimiz ayki sayımızda bu köşede Bünyamin isminin nereden geldiğini paylaşmıştık. Bu sayımızda ise buna benzer bir başka kelimeye değineceğiz: Bâyezid. Bâyezid de tıpkı Bünyamin gibi Arapça isimlerden Türk telaffuzuna uydurulmuş kelimelerden. Arapların Ebû/Ebâ Yezîd yani “Yezid’in babası” dediğine biz bugün Bâyezid diyoruz. Birçok Arapça kelime gibi bu kelimeyi de kendi söyleyişimize, kimliğimize giydirmişiz.
Demir Kapı
Geçmiş zamanlarda ülke sınırları ne ile belirleniyordu dersiniz? Bugünkü ile bir benzerliği var mıydı? İnsan mantığı değişmediğine göre “hemen hemen benzerdi” diyebiliriz. Tabii bugün cetvelle çizilmiş siyasi sınırları saymazsak ülkeler arasındaki sınırları genelde coğrafi koşullar ve nüfus belirliyordu. Bir kavmin oturduğu muhitle öbür kavmin arası ya yüksek bir dağla ya da dar bir geçitle ayrılıyordu. Hatta bu geçitlere bugünküne benzer şekilde kapılar yapılıyordu. Bugün nasıl Cilvegözü, Akçakale, Kapıkule sınır kapıları varsa eskiden de bunlara benzer geçit kapıları vardı. Bunların en meşhuru dünya üzerinde dört beş tane sayılı olarak bulunan “Demir Kapı”lardı.
Bu kapılardan Orhon kitabelerinde, eski Çin yıllıklarında dahi bahsedilmektedir. Bir kayda göre Buhara’dan sonra yaklaşık 150 km daha batıya gidilince yüce dağların arasından geçilip dünya üzerindeki “demir kapı”lardan birine ulaşılıyordu. Bu kapı Türklerin batı tarafındaki son sınırıydı. Bu kapıdan sonra başka ülkeler başka kavimler karşınıza çıkıyordu.
Kaynaklarda bu kapıdan başka Afganistan’da, Kafkasya’da ve Doğu Türkistan’da “Demir Kapı”ların bulunduğundan bahsedilmektedir.
Kapıdan bahsetmişken kapının ne olduğuna da değinmeden bırakmayalım. Kapı, eski zamanlarda tıpkı “Demir Kapı” ifadesinde olduğu gibi büyük ve geniş olan girişlere deniliyordu. Bugün bizim evlerimizde, iş yerlerimizde kullandığımız ve kapı dediğimiz girişlere ise eşik deniliyordu. Bugün ise eşik kelimesi kaybolmuş, her iki kelimenin anlamını kapı kelimesi sırtlanmıştır.
İyi ve Mal
Bugün dünya üzerindeki bazı dillerde “iyi” anlamındaki kelime aynı zamanda “mal, eşya” anlamına gelmektedir. Hayır hayır, kapitalist bir yorum yapmıyoruz kelimeler üzerine. Dedik ya, ezhâr-ı hakikat. Hangi dillerde hangi kelimelermiş bunlar? Mesela İngilizce “good” hem “iyi” demek hem “mal, eşya” demek. Almanca ‘‘gut’’ hem “iyi” demek hem “mal, eşya” demek. Peki, Türkçe çok mu masum bu konuda? “İyi” kelimesinin eski hâli “edgü”deki ed “mal, eşya” demek.
Kalbinin Sesini Dinle: Sadece Noktala
İnternette Steve Jobs’ın Stanford Üniversitesi’nin mezuniyet töreninde yaptığı bir konuşmayı dinledim. Konuşmanın bir bölümü üzerinde durmayı hak ediyor ve okuma alışkanlıklarımıza atıfta bulunuyor. Steve Jobs, Reed Üniversitesi’nde okurken 6 ay sonra derslere girmeyi bırakıyor, bir müddet sonra da okulu tamamen bırakıyor. Bunu da “okuldaki zorunlu derslerden kurtulmuş; artık sadece ilgimi çeken derslere girme fırsatını yakalamıştım” diye anlatıyor. Bir müddet sonra kaligrafi dersleri almaya başlıyor. “O vakitler kaligrafi öğrenmemin, hayatımda bir karşılığı yoktu, uygulayabilecek hiçbir fırsatım da mevcut değildi” diyor. Fakat kendisi kaligrafi benimle ilgisiz demeyip sadece zevk aldığı için öğreniyor. Nihayet on yıl sonra ilk Macintosh’u tasarlarken kaligrafi dersinde öğrendiği bilgiler aklına geliyor ve yeni bilgisayarın fontlarında bu bilgileri kullanıyor. İfadeleri aynen alıyorum: “Üniversitedeyken noktaları ileriye bakıp birleştirmek imkânsızdı. Fakat on sene sonra geriye dönüp baktığımda her şey çok ama çok berraktı. Tekrar söylüyorum, noktaları ileriye bakarak birleştiremezsiniz, onları sadece geriye baktığınızda birleştirebilirsiniz. Noktaların gelecekte bir şekilde birleşeceğine inanmanız gerekiyor. Bir şeye güvenmelisiniz. Cesaretinize, kaderinize, hayata, herhangi bir şeye. Çünkü noktaların ileride birleşeceğine inanmak size kalbinizin sesini dinleme rahatlığı verir.” Biz de diyoruz ki öğrenirken bu konunun benimle ne ilgisi var demeyelim. Sadece noktaları koyalım. Öğrendiğiniz her şeyi bir gün gelecek birleştirecek ve büyük bir eser ortaya koyacaksınız.