
Rasûlullah Efendimiz (s.a.v):
“Kimin son sözü; «Lâ ilâhe illâllâh: Allah’tan başka ilâh yoktur.» olursa, o kişi Cennet’e girer” buyurur (Ebû Dâvûd, Cenâiz, 15-16/3116; Ahmed, V, 247)
Fakat son sözümüzün kelime-i tevhîd olmasını istiyorsak, hayatımızın her safhasını tevhîd muhtevâsında yaşamaya gayret etmemiz zarûrîdir. Zira diğer bir hadîs-i şerîfte de şöyle buyrulur:
“Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle diriltilirsiniz!..” (Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, V, 663)
Hayatımızı kelime-i tevhîdin belirlediği istikâmet üzere yaşamak için de, aklımızı, kalbimizi, dilimizi, midemizi, velhâsıl bütün âzâlarımızı ve onlarla sergilediğimiz davranışlarımızı, tevhîd inancına göre, âdeta bir süzgeçten geçirmeliyiz. Helâl-haram, hak-bâtıl, hayır-şer, doğru-yanlış, sevap-günah gibi hususlarda, tevhîdin rehberliği altında hayatımızı tanzim etmeliyiz.
Unutmayalım ki tevhîd inancının aslâ ortaklığa tahammülü yoktur. Tevhîd ehli bir Müslüman, nasıl ki dış dünyadaki bâtıl ilâhları reddedip yalnız Cenâb-ı Hakk’ı Rab olarak bilirse; iç dünyasından da, tevhîdin mânâ ve rûhuyla tezat teşkil eden bütün hâl ve tavırları bertaraf etmelidir. Hazret-i İbrahim’in, puthânedeki putları kırması gibi, îmânın mekânı olan kalbini de gurur, kibir, riyâ, ucub, hevâ, heves gibi nefsânî putlardan temizlemelidir. Zira âyet-i kerîmede:
“(Ey Peygamber!) Hevâ ve hevesini (kötü duygularını ve nefsânî ihtiraslarını) kendisine ilâh edineni gördün mü?” (el-Furkân, 43)
Hadîs-i şerîfte de:
“Allâh’a göre gök kubbe altında ibadet edilen sahte ilâhlar arasında, peşine düşülen hevâdan daha ağırı ve daha kötüsü yoktur ” buyrulmaktadır. (Heysemî, I, 188)
Demek ki kelime-i tevhîdin hakîkatinde derinleşerek, gerçek mânâda tevhîd ehli olabilmek için; kulu Rabbinden gâfil bırakan bütün hevâ ve hevesleri “Lâ ilâhe” diyerek kalpten silip atmak gerekir. Daha sonra da kalbin bu arı-duru zemininde “İllâllâh” hakîkatini sâbitleyip, gönül tahtını yalnızca Allâh’a tahsis etmek gerekir.
Hazret-i İbrahim bütün fânî muhabbetleri gönlünden bertaraf etti, kalbi Cenâb-ı Hakk’ın cemâlî tecellîlerinin mazharı oldu. Böylece Cenâb-ı Hakk’ın dostluğuna kavuştu.
Bu sebeple tasavvuftaki mânevî tekâmülün;
Birinci basamağı, “Tehallî” yani iç âlemi Allah’tan uzaklaştıran her şeyden, samimî tevbe, istiğfar ve nedâmet (pişmanlık) gözyaşlarıyla tahliye etmek, temizlemek;
İkinci basamağı, “Tehallî” yani Cenâb-ı Hakk’ın rızâ ve muhabbetini celbedecek güzel ahlâk ve sâlih amellerle hâllenmek;
Üçüncü basamağı ise ,”Tecellî” yani mârifetullah ve muhabbetullah tecellîlerinden hisseler almaktır...] (Hak Dostlarından Hikmetler Bâyezîd-i Bistâmî, Osman Nuri Topbaş, s. 43-45)