Lowell Gözlemevi’ne gezegen için binden fazla isim önerisi geldi ama hiçbiri kabul edilmedi. Ancak 11 yaşındaki Venetıa Burney adındaki küçük kız çocuğunun önerisi kabul edilerek X gezegenine yeni adı verildi: Plüton.
1930 yılında Arizona’daki Lowell Gözlemevi’nde, Clyde W. Tombaugh adındaki bir gökbilimci tarafından keşfedilmesiyle başladı Plüton’un hikayesi. Aslında bu tarihten önce de gökbilimciler Güneş Sistemi’ndeki dokuzuncu bir gezegenin varlığından söz ediyor ve bu gezegene X gezegeni diyordu. Ama bu teoriden öteye geçemiyordu. Plüton’un kâşifi Tombaugh’un gözlemevindeki görevi teleskopla alınan görüntülerin aktarıldığı fotoğraf plaklarını karşılaştırmaktı. Bu şekilde gökyüzündeki değişiklikler fark edilebiliyordu.
Tombaugh’un elinde gökyüzünün bir bölümünden bir hafta arayla alınmış iki görüntü vardı. Bunları detaylı bir şekilde karşılaştırdığında hareket eden bir cismi farketti ve bu sürecin sonunda Plüton’un keşfi gerçekleşti. Bu gelişme “X-gezegeninin keşfi” olarak dünyaya duyuruldu ve astronomi camiasında büyük bir yankı uyandırdı. Lowell Gözlemevi’ne bu gezegen için binden fazla isim önerisi geldi ama hiçbiri kabul edilmedi. Ancak 11 yaşındaki Venetia Burney adındaki küçük kız çocuğunun önerisi kabul edilerek X gezegenine yeni adı verildi: Plüton.
Plüton artık Güneş Sistemi’nin dokuzuncu gezegeni olarak yerini almıştı. Tâ ki Kuiper Kuşağı’nda Plüton büyüklüğünde yeni gökcisimleri keşfedilene kadar. Kuiper Kuşağı Neptün’den 3 milyar kilometre uzaklığa kadar Güneş Sistemi’ni çevreleyen ve irili ufaklı gökcisimlerinden oluşan bölgeye verilen isimdir. Kuiper Kuşağı’nda Plüton’a benzeyen yeni gökcisimlerinin keşfedilmesiyle birlikte Plüton’un adeta karizması çizildi. Bardağı taşıran son damla ise 2005 yılında Plüton’dan daha büyük olan Eris’in keşfedilmesiydi. Şimdi gökbilimcilerin karşısında iki seçenek vardı. Ya Plüton’a benzeyen diğer gökcisimlerini de gezegen olarak kabul edeceklerdi, ya da Plüton’u gezegenlikten çıkaracaklardı. Her ne olursa olsun “gezegen” kavramının tekrar tanımlanması gerekiyordu.
Ağustos 2006’da Uluslararası Astronomi Birliği 26. Genel Kurulu’nda bu olayı masaya yatırdı ve gezegen kavramının sınırlarını belirledi. Buna göre bir gökcismine gezegen adı verilebilmesi için şu üç temel özelliği kendisinde barındırmalıydı: Cisim Güneş etrafındaki bir yörüngede hareket etmeli, küresel cisimleri kendine çekebilecek bir çekim kuvvetine sahip olmalı ve yörüngesini diğer gökcisimlerinden temizlemeli. Bu tanıma göre ilk iki maddeyi geçen Plüton, üçüncü maddede takılarak gezegenlikten çıkarıldı. Çünkü Plüton’un yörüngesinde Plüton’a yakın özellikte irili ufaklı bir sürü gökcismi var. Böylelikle Güneş Sistemi’ndeki gezegen sayısı tekrar sekiz oldu. Plüton ise kendine benzeyen gökcisimleriyle beraber “cüce gezegen” tanımıyla nitelendirildi.
Bu durum ABD’yi üzmüştü. Çünkü Plüton, ABD’nin keşfettiği tek gezegendi. Cüce gezegen olduktan sonra popülaritesi düşen Plüton’u belki de tekrar gündeme getirmek için NASA 2006’da Yeni Ufuklar Uzay Aracı’nı uzaya fırlattı. Yeni Ufuklar Uzay Aracı Plüton ve uydularının yakınından geçerek onları ayrıntılı olarak görüntüleyecek ve bazı ölçümler yapacaktı.
Fırlatıldıktan 3463 gün sonra yani Temmuz 2015’te Plüton’un 12.500 kilometre yakınından geçti ve Dünya’ya muhteşem görüntüler yolladı. Yeni Ufuklar, Plüton’un çapını 2372 km olarak hesapladı ve sanılandan biraz daha büyük olduğunu ortaya koydu. Yani Plüton Dünya’nın yüzde 18.5’i kadar bir büyüklüğe sahip. Yeni Ufuklar’ın gönderdiği görüntüler dünya kamuoyunda büyük yankılar uyandırdı. Gerek Plüton’un yüzeyinde belirgin olarak görülen kalp şeklindeki sevimli şekil, gerekse Plüton’da su olabileceğine dair yapılan açıklamalar Plüton’u astronomi ve dünya gündeminde adeta birinci sıraya taşıdı.
Velhâsıl ABD’nin Plüton sevdası sayesinde 5 milyar kilometre ötedeki cüce gezegen hakkında oldukça ayrıntılı bilgiler edindik. Plüton hakkındaki veri transferine hâlen devam eden Yeni Ufuklar, bizi hayretler içinde bırakmaya devam edeceğe benziyor. Nice gizemlerle dolu uçsuz bucaksız kâinat kim bilir hangi serüvenlere gebe? Hep birlikte göreceğiz...