Şeyh efendi, ıslak yanaklarıyla karşısında öylece bekleşip duran müritlerine buğulu gözlerle baktı ve: “Bu kedi, azizdir. Dergâhın dervişleri için kendisini fedâ etmiştir. Onun için bir kabir hazırlansın ve oraya defnedilsin. Sonra da bu mübârek hayvanın kabri, ilelebet ziyâret edilsin...” dedi.
Aşçı, dergâha getirilen süt ile dervişlere sütlaç yapmaya karar verdi. Alev alev yanan ocağın üzerine, hazır ettiği kazanı yerleştirdi ve diğer işlerine devam etti.
Bir zaman sonra, o sütten içmeye tevessül eden zehirli bir yılan, ne yaptı, nasıl ettiyse, kaynamaya yüz tutmuş kazanın içerisine düştü.
Bu hâdiseye şâhitlik eden dergâhın akıllı kedisi, içerisinde sütlaç pişen kazanın etrâfında döne döne miyavlamaya başladı. Aşçı, kedinin bu telâşına bir anlam veremedi. Birkaç defâ onu, oradan uzaklaşması için uyardı, kovdu ama kedi ısrarla miyavlamaya ve kazanın etrâfında dönmeye devam etti.
Bu hareketlilik ve miyavlama gürültülerinden bîzâr olan aşçı, en sonunda üzerine yürüye yürüye kediyi kovaladı ve kapı dışarı etti.
Kısa bir zaman sonra ikrâma hazır olacak sütlaç, içerisindeki zehirli yılan ile kaynayıp duruyordu.
Miyavlamaya dışarıdan da devam eden kedi, sağa gitti, sola gitti, bir yolunu buldu ve mutfağa tekrar girdi. Hiçbir şeyin farkında olmayan aşçı, işlerine devam ediyordu.
Onca hareket ve miyavlama ile merâmını bir türlü anlatamayan bu dertli hayvancağız, mutfakta yüksek bir yere çıktı ve oradan sıçrayıp, içerisindeki sütün fokur fokur kaynadığı kızgın kazanın içine kendisini attı.
Önce ne olduğunu anlamayan aşçı, şaşkınlık, biraz da öfke ile kazana yaklaştı, kedinin, pişen sütlacın içerisinde beliren cansız bedenini görünce de hüzünlendi.
Heder olan bir koca kazan sütlacı dışarı çıkardılar. Bir kuytu yere kazanı devirdiklerinde, zavallı kedinin cesedinden başka, bir de zehirli yılan ölüsü ile karşılaşınca hayrete düştüler.
Şeyh efendi, ıslak yanaklarıyla karşısında öylece bekleşip duran müritlerine buğulu gözlerle baktı ve:
“Bu kedi, azizdir. Dergâhın dervişleri için kendisini fedâ etmiştir. Onun için bir kabir hazırlansın ve oraya defnedilsin. Sonra da bu mübârek hayvanın kabri, ilelebet ziyâret edilsin...” dedi.
Kalabalık bir grup olarak ağırlandığımız İstanbul’da, muhterem Abdullah Sert ağabeyden dinledim bunu. Birkaç saat tesiri ile gezindim durdum sonra. “Ne kediymiş bee!” diye sayıkladım bir müddet. Yaptığımın doğruluğunu bilir-bilmez, Fâtihâ’lar okudum o kahraman mahlûğun aziz rûhuna...
İnsanın, “Nerededir ki acep o kabir, bir de biz ziyâret ediversek...” diyesi geliyor, öyle değil mi?..
İş ki, o kabrin yerini merak etmekten ziyâde, zehirli yılanların içerilerinde olduğu kazanların farkına varmak ve onların etrâfında fır dönüp, ciyak ciyak ‘miyavlamakta’, çığlık atmakta... Belki de son kertede, âlemin kurtuluşu için feday-ı cân eylemekte…
Ne ağır mes’ûliyetlerimiz var. Belli ki, inşallah, o nisbette, mükâfaat elde edilecek.
Yine, aynı gün bizlerle berâber olan Dr. Âdem Ergül Bey, “edep” bahsi ile ilgili konuşmasında ifâde ettiklerinin arasında, merhum Hacı Sâmi Efendi’den, o meşhur “Bayram Sohbeti”nden önemli bulduğu bir anekdotu aktardı ki, hangi cebimize sığsın, yok ki onu taşıyacak haznemiz, neremizde taşınsın?
Gümüşhânevî Dergâhı’nda bulundukları dönemde, ibâdet, zikir, tefekkür dolu 40 günlük özel mânevi kamp zamanlarında, orada bulunanlara sabahları biraz ekmek, akşamları da tuzsuz çorba verilirmiş.
Sohbet esnâsında, birazcık sağa-sola eğilen, hele hele bir yere yaslanmaya yeltenen bir(iler)i olduğunda hemen, “Her kimde ki edep yoktur, o bu kapıdan kovulmuştur.” meâlinde, bir beyit okunuverirmiş.
Âdem Bey, “Şimdilerde büyüklerimiz, sohbet esnâsında, ‘rahat oturun’ diyorlar, biz de onları taklit ile size böyle söyleyebiliyoruz, rahat olun.” dedi ama bunları işittikten sonra rahatlık mı kaldı?
Anlaşılan o ki, rahat edilmeyecek. Devamlı teyakkuzda, gerek kendimizin, gerekse etrâfımızdakilerin emniyeti için dikkat ve rikkat sâhibi olacağız. Adamlık yolunda en önemli ortamlardan biri olan sohbetlerde de bedenimiz bir yere eğilip yaslansa da kalbimiz dimdik ‘ayakta’ duracak…
Yoksa, öylece, ölüp gitmek var, ölüp kalmak var…