“Bizde gizlenmiş bir Allah sesi var, ona kalp diyoruz”
Kasım 1909’da İstanbul Süleymaniye’de doğar. O zamanki nüfus kaydında adı Osman Nûri’dir ve aslen Erzurumlu bir ailenin çocuğudur. Dedesi orduda topçuluk yaptığı için kendilerine Topçuzâdeler denir. Nurettin Topçu’nun çocukluğu Süleymaniye civarında ve Birinci Dünya Savaşı yıllarında geçer.
Küçük yaşlarda bir sandıkta gazete ve dergi biriktirir. Mehmet Akif’in şiirlerini ezberler ve hayatı boyunca Akif’e karşı büyük bir hayranlık hisseder. Nesiller arası lisan kopukluğunun olmadığı zamanlarda, küçük bir çocuk Akif’in şiirlerini anlayabiliyordu. Şimdi biz yükseklisans öğrencileri, Akif’in çoğu mısrası için sözlüklere bağımlıyız.
Üniversitede Değil Lisede Görevlendirilir
Vefa İdadisi’ne gider. Birinci sınıfta iken babasını kaybeder. Erken yaşlarda olgunlaşmasını sağlayacak bu elim hadise onu fazlasıyla üzer. İstanbul Erkek Lisesi’nin ardından felsefeye meyleder. Avrupa’da eğitim görmek için sınavlara girer ve kazanır. Fransa’ya gider. Lisans okurken aynı anda doktora çalışmalarını sürdürür. Yurda döndüğünde üniversitede değil, Galatasaray Lisesi’nde görevlendirilir. Anlatılanlara göre, bazı haksızlıklara karşı geldiği için İzmir Erkek Lisesi’ne sürülür. Bu esnada 2 yıl süren kısa bir evlilik yapar.
Robert Koleji’nde ve İstanbul İmam Hatip Okulu’nda dersler verir. İmam Hatip’teki derslerinden ücret almak istemez. Devlet ideolojisine dair eleştirel yazıları dolayısıyla Denizli’ye sürgün edilir, burada Bediüzzaman ile tanışır. Daha sonraki yıllarda üniversitede çalışmak için gayret eder fakat çeşitli entrikalarla girmesi engellenir.
İsyan Ahlâkı
Nurettin Topçu’nun en mühim kavramsallaştırmalarından biri ‘İsyan Ahlâkı’dır. Sorbonne Üniversitesi’nde Fransızca olarak yazdığı doktora tezine de isim olan bu kavramda, isyan ve ahlâk meselelerini farklı bir boyutta birleştirmiştir. Onun zihninde isyan, iradenin sonsuza ulaşmak ve onunla birleşmek için önüne çıkan her engeli reddetmesine yönelik bir harekettir. İsyan Ahlâkı ise, söz konusu hedefe ulaşmak için sonlu ve geçiçi olan şeyleri reddeden sorumluluk bilincidir.
İsyan Ahlâkına bazen “Hareket Ahlâkı” da der ki, 1939 ile 1953 yılları arasında toplamda 47 sayı çıkarttığı dergiye Hareket ismini vermiştir. Fikir ve San’atta Hareket. Bu dergi, düşünce dünyasının neşet ettiği ortamlar olan dergilerimizin tarihi içerisinde önemli bir yere sahiptir. Ayrıca İsyan Ahlâkı’nın karşısına “konformizm hastalığı”nı koyar. “Konformizm”in en tehlikelisi ise “kafa konforu”dur. İşte bu yüzden sabırla ve gayretle “hareket” bayrağını ayakta tutmaya çalışır.
Nurettin Topçu’nun eserleri, fertten topluma, devletten millete ve tarihe, ekonomik sistemlerden sanata, hepsinin üstünde ahlâka kadar uzanan bir fikir ve felsefe dünyasını içeren düşüncelerini ifade eder. Etkileyici bir üslubu vardı. Bazen bugünün Türkçe bilgisi ile zor anlaşılan satırları, bazen de derin felsefi tahliller içeren sayfalarla karşılaşırız. Batı düşüncesini iyi bilen, gözlemleyen ama geleneği önemseyen yönü dikkat çeker. Meselelere ahlâk üzerinden yaklaşır.
Orjinal Bir Türk Düşünürü
Önemli eserlerinden biri olan Yarınki Türkiye’de “Anadolu’nun kurtuluş savaşı ruh cephesinde henüz yapılmadı” diye haykırır. Çağdaşlarına kıyasla daha donanımlı, daha soruşturmacı; kimi zaman da daha çoşkulu bir anlatıma sahip olduğunu söyleyebiliriz. İlimlerin ve güzel sanatların neredeyse hemen her sahasına ilgi duymuştur. İnsanı mesele edinen her şey onun da meselesidir. İslam ve İnsan, Ahlâk Nizamı, Mehmed Akif, İradenin Davası, Büyük Fetih, Ahlâk, Devlet ve Demokrası, Mevlana ve Tasavvuf, Kültür ve Medeniyet, Türkiye’nin Maarif Davası 20’yi aşkın eserinden birkaçıdır.
Türkiye’de müstakil bir fikir hayatından bahsedeceksek, hoş üslubu, tespit, tenkid ve çözüm önerileriyle, kavramsallaştırmalarıyla, kelimenin tam anlamıyla filozofluğu ile, kendisini tanımasak bile emin olduğumuz nüfuz edici tesiri ile, mütevazı ve beyefendi tavrıyla, şüphesiz zirvedeki birkaç şahsiyetten biridir. Özgün bir Türk düşünürüdür O. İsmail Kara’ya göre, Nurettin Topçu, 1950’den itibaren Türkiye’nin Amerikanlaşmasına en sert biçimde karşı çıkmıştır. Türk olduğu için Avrupa’da, İslâm’dan bahsettiği için bu topraklarda üzeri örtülmek istenmiş biridir.
İsmail Kara’ya göre, Nurettin Topçu, 1950’den itibaren Türkiye’nin Amerikanlaşmasına en sert biçimde karşı çıkmıştır. Türk olduğu için Avrupa’da, İslâm’dan bahsettiği için bu topraklarda üzeri örtülmek istenmiş biridir.
Buradan Başlayalım
Bir gerçek var. 1800’lü yıllardan bu yana bir zihni savrulma yaşıyoruz. Cemil Meriç’in ifadesiyle “araftayız”. Düşünce dünyamız, beslendiği kaynaklar ve yönelimler bakımından kimlik arayışını uzun bir süre tamamlayamadı. Kaçış rampasını bulamadı. İbn Haldun’dan hareketle bunu coğrafya-kader ilişkisine bağlayabiliriz, bu çok rahatlatıcı da olabilir, ama hakikati ıskalamamıza neden olur. Ya da kolaycılığa kaçıp geleneksel düşünme biçimimizi uzun uzun eleştirebiliriz. Bu da bizi indirgemecilik tuzağına düşürebilir. Sosyolojinin bize öğrettiği bir şey var: Sosyal olayları kavrayabilmek, zamandan ve mekandan uzaklaşmayı gerektirir. Bunun için vicdanımızı ve birikimimizi ideolojik yaklaşımların gölgesinden uzakta tutarak, fikri hafızamızı tazelemek zorundayız. Nurettin Topçu’dan başlayarak kendimize yönelen yeni okumalar yapmak mecburiyetindeyiz.
Uzun bir süredir dillendirdiğimiz “kendimize dönelim” ünlemini, bir niyetten öteye taşıyarak ona hareket üfleyeceksek, buna Nurettin Topçu’dan ilham alarak başlayabiliriz. Tam da böyle bir niyeti gerçekleştirmeye yönelik münbit bir zemini buradan yakalabiliriz. O bize nereden başlamamız gerektiğine yönelik bir işaret fişeği çakabilir. Yolumuzu açabilir.
Abdülaziz Bekkine’ye İntisablı
Hem Türkiye’de hem de diğer Müslüman ülkelerde fikir meselesini dert edinenlerin tasavvufu büyük ölçüde eleştiri alanı olarak gördüğü bir zamanda O, tasavvuf merkezli bir İslam düşüncesi benimsemiştir. “Her halini dua yapabilen insan, sonsuz kuvvete sırtını dayamış demektir.” “Âlemin gayesi aşk olsa gerek.” “Gençler! Düşünerek girilen kapı yalnız (okulun) sınıf kapısıdır. Şuna inanınız ki dünyada hiçbir fetih - kaderin sırrına vâkıf olanlar için- sınıf kapısını açmak kadar şerefli değildir.” der.
Nakşi şeyhi Abdülaziz Bekkine Efendi’ye intisablıdır. Tasavvuf ile felsefe iki zıt anlayış olarak algılanır. Biri kalp ve keşfi, diğeri ise sadece aklı öne çıkarır gibi görünür. Nurettin Topçu’nun Bekkine Efendi’ye bağlılığı ve daha pek çok bunun gibi örnek bu yanılgımızı düzeltmektedir. Topçu’nun yakın arkadaşlarından Sırrı Tüzeer’den öğrendiğimize göre tereddütlerle gitmesine rağmen ilk karşılaşmalarında sabaha kadar sohbet ederler. Aklındaki pek çok soruya yanıtı burada bulur. Münzeviliği ve mücadele adamlığını birlikte götüren Topçu, Bekkine Efendi’de aradığını bulmuştur. Bekkine’nin vefatının ardından şöyle diyecektir: Ruhlarımızın önünde yürüyen o büyük varlığı kaybettim.
Türk hikayeciliğinin en önemli isimlerinden biri ve Dergâh Dergisi / Dergâh Yayınları’nın öncüsü Mustafa Kutlu Bey, O’nu şöyle anlatıyor: Verdiği kararlardan kolay kolay dönmezdi. İradesi sağlamdı. Dağlarda, su başlarında saatlerce yalnız başına kalırdı. Ömrü boyunca neredeyse hiç hasta olmadı. İbadetini gizli yapardı. Sabah çok erken kalkardı. Eşyaya kıymet vermezdi.
“İnanmak, Ummak ve Sevmek”
10 Eylül 1973’te diyanet vaizlerine hitaben yaptığı konuşmanın Youtube’da ses kaydı bulunuyor, sesini duymak kişiliğine dair önemli ipuçları verebilir. 1975’in Nisan ayında hastalanır, teşhis koymakta güçlük çekilir. Pankreas kanseri olduğu düşünülür. 10 Temmuz’da vefat eder. Topkapı Kozlu Kabristanı’ndadır. Allah kendisine ve bize rahmet etsin. O’nun sözleriyle bitirelim: “Dostlar! Dünya üzerinde inanmak, ummak ve sevmek gibi saadet yoktur.”