Akabe biatına katılan Medine’nin ilk Müslümanları, Peygamber Efendimiz’e şöyle bir mektup yazıp gönderdiler:
-Ey Allah’ın Rasûlü! İçimizde İslâmiyet açıklandı ve yayılmaya başladı. Bu güzelliğin sadece bizim aramızda kalmasını istemiyoruz. Aile çevremiz başta olmak üzere, bütün Yesrib’e yayılmasını arzu ediyoruz. Ancak bize bir çok soru soruluyor. Fakat biz yetersiz kalıyoruz. Yesrib’de halkı Allah’ın Kitabı’na davet edecek bir davetçi, Kur’ân-ı Kerîm okuyacak bir mukrî, İslâm dinini anlatacak bir öğretmen, Kur’ân ve Sünneti aramızda ikame edecek ve namazlarımızda bize imamlık yapacak bir hoca, bizi anlayacak ve bize her bakımdan yol gösterecek yetişmiş bir kimse gönder, yâ Rasûlallah! (İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Gâbe fı Ma’rifeti’s- Sahâbe, c. 1, s. 73-74.)
Bu, yerinde ve bilinçli teklif karşısında Peygamber Efendimiz de en seçkin ve en gözde sahâbilerinden biri olan Hz. Mus’ab bin Umeyr’i Medine’ye göndermek için huzuruna çağırdı.
Yesrib’e gitmek için Hz. Peygamber’den talimatı alan Hz. Mus’ab , bir an önce hazırlığını yapıp yola çıkmak için hemen evine gitti. Sevgili hanımı Hz. Hamne binti Cahş
, onu büyük bir sevgi ve saygının yanında, ince bir edep ile karşıladı.
- Ey Mus’ab! Senin bu güzel yüzünde sevinç ile hüznü iç içe görüyorum! Şimdiye kadar böyle bir şey görmemiştim!
- Senden de bir şey saklanmıyor, bunu nasıl anladın ey Hamne?
- Biz bir aileyiz ey Mus’ab! Allah şahit ki ben seni Allah ve Rasûlü’nden sonra, her şeyden çok seviyorum!
- Allah şahit ki, ben de seni Allah ve Rasûlü’nden sonra, her şeyden çok seviyorum!
- Öyleyse söyle bakalım, bu sevinç ve hüznün neden böyle iç içe?
- Önce hangisini söyleyeyim; sevincimi mi, yoksa hüznümü mü?
- Sevincini söyle ki paylaşıp ben de sevineyim; hüznünü söyle ki, paylaşıp hüznüne ortak olayım!
Sevinçliyim; çünkü Peygamber Efendimiz kendisi adına orada icraat yapmam için beni Yesrib’e gönderiyor!
- Maşallah barekallah! Peygamber Efendimiz adına icraat yapacak ve Yesrib’de O’nu temsil edeceksin! Rabbim muvaffak eylesin. Gerekten çok sevindirici bir haber bu; Allah utandırmasın! Peygamber temsilcisi olmak ne büyük şeref, kutlarım seni ey Mus’ab!
- İnşallah bu büyük şerefli işi, şerefine uygun bir şekilde başarırım. Dua ve desteğini eksik etme ey Hamne!
- Dua ve desteğim hep seninledir ey Mus’ab! Sevincini anladık ve paylaştık; peki hüznün nedir?
- Ben gidince sen burada yalnız başına ne yapacaksın? Ne yiyip içeceksin? Her şeyleri ile canavarlaşan müşrikler arasında nasıl yaşayacaksın?
- Konuştuğun şeye bak, bu mu seni böylesine üzen şey? - Evet ey Hamne, seni burada kime bırakacağım? Kime emanet edeceğim seni?
- Senin gibi yetişmiş elemana böyle bir endişe yakışmıyor ey Mus’ab!
- Zamanım çok dar ey Hamne, ne yapacağımı bilemiyorum. Hem bizimkiler hem de sizinkiler şirk bataklığından kurtulamadılar. Rasûlullah’a ve ashâbına düşmanlıkları gün geçtikçe artıyor. Düşmanlıklarının yanında eziyet ve işkenceleri de dayanılmaz bir hâle ulaştı. Şimdi söyler misin bana ey Hamne, seni böyle bir ortamda kime emanet edeyim?
- Ey Mus’ab! Rasûlullah seni Yesrib’e gönderirken, bizim durumumuzu bilmiyor muydu yani?
- Elbette ki biliyor.
- Rasûlullah aleyhisselâm durumumuzu bildiğine göre, senin bu endişen niye?
- Senin bu teslimiyetine hayranım ey Hamne! - Sen bizi merak etme. Orada başarılı olman için, burayı kafaya takmamalısın! Sen işini en güzel bir şekilde yapmaya bak!
- Öyleyse sizi Allah’a emanet ediyorum! O her şeyi görüp gözeten, O her şeyi işitip bilendir.
- İşte bunu söylemeni bekliyordum ey Mus’ab!
Hz. Hamne , sevgili kocasına yardımcı oldu. Kocasının sıkıntı ve endişesini giderdiği gibi, ona önayak oldu. Birileri ayak bağı olurken, o önayak olmuştu. İslâm ile şereflenmiş bir Müslüman hanım, her zaman önayak olmalıydı. Ama hiçbir zaman ayak bağı olmamalıydı.
Karşılıklı helalleştiler. Hz. Hamne , gözyaşları ve dualarla uğurladı kocasını. Peygamber talimatının önemini bildiği için “gitme” demedi kocasına. Hatta en ince ayrıntısına kadar yardımcı oldu ona. Yolcu ederken, şöyle diyecek kadar da bir asalet örneği sergiledi:
- Rasûlullah’ın verdiği görevinde başarılar dilerim. Allah her hâl ve hareketinde yardımcın olsun.
Bizi merak etme. Bize Allah ve Rasûlü kâfidir!
- Allah’a emanet ol ey Hamne!
- Allah’a emanet ol ey Mus’ab!
Hz. Hamne , kocası Hz. Mus’ab bin Umeyr’i yolcu ettikten sonra evine döndü. Kocası Medine’de, kendisi de burada olmak üzere ayrı ayrı faaliyet göstereceklerdi artık.
Hz. Hamne İslâm ile şereflendiğinde, işin sadece imân boyutunda kalmamış, öğrenmesi gerekenleri bir an önce öğrenip yaşamaya başlamıştı. İmânını amellerine yansıtmıştı yani. İmân ve amelinden hiç taviz vermediği için, Hz. Mus’ab onun bu hâlini çok beğenmiş ve böylece evlenmişlerdi.
(Bkz: Adem Saraç, “Yetişmiş İnsan Makalesi” Siyer-i Nebi Dergisi, Temmuz- Ağustos 2011, s. 23-25 )