Yapılan araştırmalara göre herhangi bir olayın fotoğrafı varsa gerçeklik kazanıp hafızalarda yer alabiliyor. Buna bağlı olarak fotoğrafsız hiçbir habere insanları inandırmak neredeyse mümkün olmayacak. Yapılan bir araştırma gazete okuyucularının sadece yüzde 12’sinin fotoğrafsız haberleri okumayı tercih ettiği gerçeğini ortaya koymuş. Hatta çarpıcı bir fotoğraf olmadan yaşanan bir felaketi dünyanın geri kalanına anlatmak çoğunlukla mümkün olamayabiliyor. 1994 yılında Sudan’da yaşanan açlık felaketi Kevin Carter’ın ‘Akbaba ve Çocuk’ fotoğrafının yayınlanmasından sonra dünyanın gündemine girmiş ve yardım kampanyaları hızlı bir ivme kazanmıştı. Toplumların alışkanlıklarını değiştirmek için zaman zaman fotoğraf unsuru kullanılabiliyor. Arabalarda emniyet kemeri kullanmanın önemini anlatmak uzun yıllar mümkün olmamıştı. Ancak bir trafik kazasında arabanın ön camından fırlayarak hayatını kaybetmiş insan fotoğrafının yayınlanması insanlar üzerinde o kadar etkili olmuştu ki, on yıllarca kazanılmayan alışkanlık birkaç hafta içinde bütün dünyada sonuç veren ciddi bir kampanyaya dönüşüvermişti.
Diğer taraftan fotoğraf bireysel olarak insanların kendilerini ifade etmelerinde önemli bir araç haline geldi. Sosyal medyanın hızla yaygınlaşması da fotoğrafı pervasızca kullanmanın bir aracı haline getirmiş oldu. Hatta fotoğrafını çekmezsek yaşadığımız bir tecrübeye kimseyi inandıramaz hale geldik. Bu yüzden günümüzde hiç kimse fotoğraf makinesi (veya ciddi kalitede fotoğraf çekebilen akıllı telefonları) almadan seyahate ya da tatile çıkmaz oldu.
Peki tatil veya seyahate çıktığımızda hangi fotoğrafları çekmeliyiz? Moda akımlar peşinde koşuyorsak çoğunlukla öznesi kendimiz olan, sosyal medyada yayınlayıp hızla tüketilen ama bir süre sonra unutulan fotoğraflar çekebiliriz. Bunlar daha çok kendi etrafımızda dönen olaylar ve ilişkiler penceresinden çekilen fotoğraflar olacaktır. Ancak tarihe not düşen kalıcı fotoğraflar çekmek istiyorsak; sosyal olaylar, tarihi mekânlar, mimariler, insanlar, kültürler ve doğal güzellikler peşinde koşmalıyız. Eğer böyle yapabilirsek; gezi fotoğrafları, gitmediğimiz, görmediğimiz belki varlıklarından ancak o zaman haberdar olduğumuz, insanlar, kültürler, yaşantılar, mekânlar hakkında ilk tanışma ritüeli olur. Farklı kültürler arasında ilişki kurma ve empati oluşturma vasıtası haline dönüşür o zaman.
Köşemize fotoğraf gönderen bazı takipçilerimizin gönderdiği seyahat fotoğrafları böyle bir yazı yazmam için uzun zamandır fikir jimnastiği yapmama sebep olup duruyordu. Nasip Enes Aral’ın Bosna gezisi sonrası gönderdiği bir dizi fotoğraf sonrasına denk geldi. Sevgili Enes farklı konular içeren çok sayıda fotoğraf gönderdi. Bütün fotoğraflar için teşekkür ederiz öncelikle… Onlar içerisinden yıkılmış bir ev fotoğrafını özellikle seçtim. Bosna’nın yakın tarihi ile bu siyah-beyaza yakın yıkılmış ev arasında ciddi bir bağ kurdum zihnimde. 1990’lı yılların ilk yarısında Bosna’da, Sırplar tarafından yapılan soykırımın ve tarih katliamının izlerini taşıyan tarihi bir anıt gibi göründü bana. Issız, soğuk ve yıkılmış bir ev, yakın tarihte yaşanan acının sanki bir anıtı gibi duruyor. Fotoğrafın duygusu tarihi perspektiften baktığımızda çok güçlü. Ayrıca fotoğraf teknik olarak da oldukça iyi durumda…
Abdurrahman Mavuş’un Özbekistan’da çektiğini düşündüğüm satıcı kadın fotoğrafı güzel bir bakış açısı vermesi bakımdan hemen dikkatimi çekti doğrusu. Gönderdiği diğer fotoğrafları da göz önüne aldığımızda iyi bir fotoğrafçı gözüne sahip olduğu hemen belli oluyor. Diğer fotoğraflarla birlikte bize Özbek kültürü, alışkanlıkları, giyim-kuşam, mimari ve günlük yaşantıları hakkında ciddi ipuçları veriyor. Fotoğraf satıcının doğallığı, kadraja yerleştirme, ışık ve netlik bakımından oldukça tatminkâr düzeyde. Sol taraftan biraz daha dar keserek kapı etrafında yer alan kumaş parçasını doğal bir çerçeve olarak kullanmayı tercih edebilirmişiz. Ancak bunu bir eksiklik olarak değil de yeni bir bakış açısı kazanmak için dile getirdiğimi belirtmek isterim.
Samet Köprübaşı’nın beşikte yatan bebek ve çocuk fotoğrafı günümüzde yaşadığımız bir sosyal olay hakkında bize çok şeyler anlatan bir kare olmuş. Muhtemelen fotoğraf Suriyeli sığınmacıların barındığı bir çadır kent kampında çekilmiş. Basit bir telden yapılmış beşik, muşamba çadırlar arasında arkaya doğru uzanan toprak zemin üzerinde oturan belli belirsiz kadınlar ortamı çok güzel anlatmış. Çocuğa bakan bebek ve fotoğrafçıya bakan çocuk, sanki üçlü arasında doğal bir bakış halkası oluşmasını sağlamış izlenimi veriyor. Fotoğrafın konusu çok iyi seçilmiş. Çünkü bu tür ortamlarda mahrumiyeti en çok yaşayanlar çoğunlukla çocuklar olur. Bu bakımdan yerinde bir tercih. Ancak kadrajı biraz daha geniş tutarak en azından bir miktar daha beşiğin nasıl bir şey olduğunu göstermek merakımızı daha çok giderebilirdi. Bir diğer konuda netliği doğrudan bize bakan çocuğun gözlerine yapmak çok daha vurucu bir fotoğraf çekmemizi sağlardı. Çünkü fotoğrafta, hele bize bakan, bir çift göz varsa netlik noktamız mutlaka orası olmalı.
Köşemize kendisini unutturmayacak kadar düzenli aralıklarda fotoğraf gönderen okuyucularımız var. Gönderdikleri fotoğrafları geliş tarihine göre sıralayarak o kişinin nereye doğru gittiğini takip etmek ilginç bir tecrübe oluyor benim için. Olumlu yönde olanları gördükçe mutlu oluyor, GENÇ Dergisi olarak birlikte yürüdük biz bu yollarda diye de heyecan duyuyorum. Ayşenur Demirbilek bu takipçilerimizden birisi. Gönderdiği yeni fotoğraflar hep eskisinin üzerine koyduğunu gösteriyor. Gerek konu seçiminde gerekse konuları işleyiş tarzında ciddi bir gelişim gösterdiğini takip edebiliyorum. En son gönderdiği karanlıktan aydınlığa doğru giden genç kız fotoğrafı, genel atmosferi, kontrast ve yerde yansıyan gölgesine varıncaya kadar iyi düşünülmüş bir çalışma olduğunu hemen gösteriyor.