Yunus Emre Tozal
Afişler, broşürler, seçim sloganları… Vaatler, sözler, hedefler…
Üsküdar’da bir Cuma namazı sonrası. Gökyüzü gözükmüyor, her taraf bayraklarla donanmış, martılar kaybolmuşlar sanki… Seçim arabaları kulakları çıldırtırcasına hedefleri bir bir sayıyor, ardından başkan adayını açıklıyor.
Akşam oluyor. Mahalle aralarında dükkânlar kiralayan X, Y, Z Partileri müzikler çalıyor, Türkiye, Millet, Güç, Devlet, Hizmet gibi kavramlar hafızamıza kazınıyor.
Keny Arkana’nın “oy kullanma hakkının bir şeyleri değiştirmesi mümkün olsaydı çoktan yasaklanmış olurdu” sözü yankılanıyor zihnimde. İsyan etmeliyiz diyor Keny Arkana:
“isyanımız var artık susamayız ve oturamayız
isyanımız var yürek ve inancımız
isyanımız var her zaman dimdik ayakta!
sonuna kadar savaşmak için isyan
ve hayatın bizi götürdüğü yere kadar
hiçbir şey bizi durduramaz!
isyan çünkü kan ağlayan yüreklerin acısı asla duyulmuyor…
isyan çünkü beterin beteri yok isyan çünkü batı sömürgeci gömleğini çıkarmadı…
isyan çünkü acı her zaman bize koyuyor…”
Ütopya olduğun farkındayım ama Collins’in şu sözleri ilginç:
“Doğru insanların yönetilmeye ihtiyaçları yoktur. Eğer bir kişinin son derece sıkı bir şekilde yönetilmesi gerektiğini düşünürseniz, bu yanlış insanı işe aldığınız anlamına gelir. Doğru insanlar, bir işleri olduğunu düşünmezler; sorumlulukları olduğunu düşünürler. Eğer dağcıysam, işim sadece halatı bağlamak değildir. Sorun yaşadığımızda ortağımın düşmesine izin vermeme sorumluluğunu taşırım. Doğru insanlar yapacaklarını söyledikleri şeyi yaparlar. Bu da yapacakları şey konusunda ne derece dikkatli olduklarının kanıtıdır ve zor zamanlarda çok büyük önem taşır. Zor zamanlarda, elde ettiğimiz sonuçlar kendi sorumluluğumuzdadır. İyi zamanlarda kredi toplayıp, kötü zamanlardan dış etkenleri sorumlu tutan insanlar, liderliği hak etmezler.”
Geçtiğimiz ay siyasetle yatıp siyasetle kalktık. Bu istemeseniz de böyle oldu çünkü siyaset hayatımız değiştiren en önemli güçlerden biri. Siz siyasetin içinde olmak isteseniz de istemeseniz de siyaset sizi kuşatacak, sizin hayatınıza yön verecek sizin hayatınızı şekillendirecektir. Bu böyleyse tavrımız ne olmalı?
Halen hayatta olan bir bilge insanın, Sezai Karakoç’un bu konu ile ilgili görüşleri şöyle:
Siyasetle her ferdin, her bireyin bir şekilde ilgilenmesi gerekir. Bilfiil siyasetin içinde yer almasa bile, siyasetçileri tanıması, siyaseti kimlerin yapması gerekiyorsa o kişileri bulması, bulunmasına yardım etmesi bir görevdir. Her insan için hayati bir görevdir. Eğer bunu yapmazsa bireyler, kendilerini, geleceklerini tesadüflere ya da ters esen rüzgârlara teslim etmiş olurlar.
Siyaset ve Hakikat
Meselenin anahtarı, siyaset denen hadisenin hakikatle olan münasebetini nasıl yönettiğidir. Siyasetin kendisi bizzat kötü ya da iyi değildir, siyaset ancak hakikat merkezinden yönetilirse meşru olur, makbul olur hatta vazife olur. Eğer hakikati bir yana bırakırsa siyasetçiler, sözde kendi akıllarıyla, daha çok da kurnazlıkla, hileyle davranıp hayatın akışını o tarafa götürürlerse, bu kısa ve uzun vadede o topluma felakete gelir. Siyasetin uygulamalarının çok zarar getirdiğini gören bir takım kimseler de “siyasetten uzak duralım, millet de siyasetten uzak dursun” gibi bir düşünceye kapılmışlardır. Bu düşünceler çok geçici dönemlerde fevkalade şartlarda doğru da olabilir, fakat esas itibariyle geçici bir dönem için söylenen sözlerdir, bunların yorumunu doğru yapmak lazımdır, mutlak manada bir anlam ifade etmezler. Çünkü “Fitne zamanında ayaktaysanız oturunuz…” hadisince bir dönem için böyle bir karar alınabilir, ama bunu genel bir kural haline getirip de siyasetten uzak durmayı, hiç ilgilenmeyerek bir takım insanların bu mekanizmayı istediği gibi kullanabilmesine göz yummak, hedef tutulan maksadın tam zıddı olur.
Siyaset, idare etme fiilinin yöntemidir. Toplumu idare etmek için kurulan sistemlerin uygulanması, yönetilmesidir. Hakikat dini olarak İslam dininin, kendisinden ayrılıp tahrif olan dinlerden ve diğer inançlardan bir farkı var: toplumla yakın ilişki kurmak. Toplum hayatıyla kişi hayatı birbirinden ayrı olamaz. Müslümanlık sadece metafizikten ibaret değildir, evet bizim bir metafiziğimiz vardır ve değerli, en gerçek metafiziktir, Müslümanların “La ilahe illallah”, Allah’tan başka ilah yoktur temelli bir metafiziğimiz vardır. İslam metafizikle başlar ardından hemen ahlak gelir. Topluma, birimize, ailemize, kendimize karşı göstereceğimiz davranışların doğruluğu meselesi.
Peygamber Efendimiz kendisine Allah’ın elçiliği görevinin ilk belirtisi olan o gün, Hira’da en metafizik bir dünya problemini yaşıyordu. Hakikati arıyordu. Bunu önce kendisi için sonra da tüm insanlık için çözmeye çalışıyordu. Fakat görüyoruz ki ilk vahiyler, sadece metafizik anlamda gelmiyor, daha ilk ayetlerde “kalk ve korkut, kalk ve müjdele ey örtülere bürünmüş adam” gibi toplumun başına geleceklere hatırlatmasını ve hatırlayarak silkinip şuurlaşmalarını ifade ediyordu.
Her müminin devletin yönetilmesiyle yakından ilgilemesi gerekir.
Peygamber efendimizin defin merasimi yapılmamışken Hz. Ömer ve Hz. Ebubekir devlet yönetimi için yeni halifeyi seçmeye çalışmışlardır. Burada Hz. Ali ile aralarında bir ihtilaf varmış gibi gözükse de, bir ihtilaf yoktur. Tabi Hz. Ali en samimi duygularla herkesin kendisi gibi hareket etmesini, o görevi yapıp sonra halife seçme işine geçebiliriz diye düşünmüştü. Doğru olan da budur, fakat burada dahi siyaset devreye giriyor ve toplumu düşününce -ki toplumda her tür insan var- önce halifeyi seçmeyi uygun görmüşler. Eğer realist olursak, toplumda fitne fesat çıkarak insanların da bulunduğunu düşünürsek, toplumsal paniğin olabileceğini düşünürsek yanlış yapmadıklarını da söyleyebiliriz. “Onlar duygusuzdu ya da az duyarlıydı… gibi düşünmek çok büyük haksızlık olur. Çünkü din budur, böyle anlamak lazım.
İşte siyaset her dönem her an ortaya çıkabilir. Burada önemli olan niyettir, ameller niyetlere göredir diye bir hadis de vardır. Niyetler halis olduktan sonra bilgi ve tecrübe de çok önemlidir. Bu yüzden eskiler düşünmüşler “acaba yöneticiler filozof mu olmalı? Filozoflar mı yönetmeli toplumu?...” Bunlar tartışılmıştır elbette ama Eflatun bir iki denemesinde bir adaya gidip yaşamaya çalışma denemesi yaptığında başarısız olmuştur, Aristo İskender’in Hocası olarak akıl vermiştir ama hocasını da dinlememiştir. Devleti filozoflar, düşünürler yönetsin diyemeyiz elbette ama yöneticilerin felsefelerden, düşüncelerden, sistemlerden haberdar olması, bilgisi olması gerekiyor, bu da yetmiyor ahlaken yüksek olmaları gerekiyor. Siyaset için siyaset yapılırsa kısa vadeli olarak düşünülmüş olur ama siyaset hakikat için yapılırsa, doğru olana ulaşmada bir yol, yöntem olarak kullanılırsa o zaman hakikate ulaşılır. Siyaset bir veli gibidir, velayet Allah’ın vekili olarak üstün bir değerdir, Allah’ın vekili olarak -hani yeryüzünde Allah’ın gölgesi denilmiş halifelere-, buradaki maksat insanları yönetirken Allah’ın verdiği güçle, iradeyle, bize gelen Kuran-ı Kerim’in kurallarını emir ve yasaklarını uygulamak, Allah’ın velileri sınıfına dâhil olmaktır. Kim hak için çalışmışsa, kim Allah’ın yolunda gitmişse, kim toplumu düşünmüş toplumun geleceğini garanti altına almışsa, kim İslam için çalışmışsa o şüphesiz ki bir velidir. Ama kim ki kendi menfaatini, çıkarını toplumun menfaatinden üstün tutarsa, toplumun geleceğini kendi menfaati için harcarsa o da şüphesiz ki şeytanın kullarından bir kuldur.
Şu ana kadar dünyada gelmiş geçmiş idare sistemlerini, yönetim tarzlarını ve halen olanları iyi bir şekilde incelememiz ve öğretmemiz gerekiyor. Nice politikacımız, siyasetçimiz hiçbir şey bilmeden siyasete atılmış ve ancak hayatının sonuna doğru bazı şeyleri anlamaya başlamıştır ama iş işten geçmiştir. Öncelikli olan toplum, öncelikli olan değerler, öncelikli olan hakikattir. Hakikati bir siyasetin ana hedefi yapmazsak hiçbir yere varamayız, sadece siyaseti siyaset için yapmakla bir yere varılmaz.