
Hz. Mevlana Mesnevi’sinde akılsız, ahlaksız, geçimsiz ve dikkatsiz kimseleri katıra; iyi huylu, geçim ehli, güzel ahlak sahibi mümim kimseleri de deveye benzeterek şu hikayeyi anlatır ve bazı ibretli değerlendirmelerde bulunur:
Katırın biri bir gün bir deveyle buluşur... Katır dedi ki: “Ben tepede, düzde, pazarda, köyde çok düşüyorum. Hele dağ yollarında yukardan aşağı inerken her zaman korkumdan tepe taklak yuvarlanıp yere kapanıyorum. Her an tepe üstü düşüyor, dizimi vuruyor, yüzümü, dizimi kanlara buluyorum! Palanım, yüküm baş aşağı oluyor; kiracıdan da daima dayak yiyorum. Benim bu durumum aklı az olan adama benzer... O da aklının kıtlığından günahından tövbe eder... Her an tövbesini bozar. Tövbesini bozan anlayışı ve azmindeki gevşekliği yüzünden de devamlı İblis’e maskara olur. Her an yükü ağır olan ve taşlık yolda gitme mücadelesi veren topal beygir gibi tepesi üstüne düşer. O ters huylu, tövbesini bozduğu için kafasına gaybtan tokatlar yer durur. Sonra tekrar gevşek azmiyle tövbe eder... Fakat şeytan “Ne yaptın?” der demez tövbesini bozar. Pek zayıftır... Fakat kendisini öyle ulu görür, öyle kibirlenir ki, Allah’a ulaşanlara bile hor bakar!
Ey deve, sen ise mümine benzersin; yüz üstü az düşer, burnunu az sürtersin! Sende ne var ki, afete uğramıyorsun... Sürçmüyor, yüz üstü az düşüyorsun?
Deve der ki: “Her kutluluk Allah’dandır, ama benimle senin aranda çok fark var! Benim başım yüce, iki gözüm yüceleri görüyor... Yüce görüş, sahibini hep zarardan korur. Ben dağın başındayken dağın eteğini görürüm... Her çukuru, her düzü tek tek görürüm.
Nitekim o ulu er de eceline kadar başına ne gelecekse gördü. Yirmi yıl sonra neler olacak o iyi huylu bütün bunları bilir. Hatta o takva sahibi yalnız kendi halini görmez... Batıdakilerin halini de görür, doğudakilerin halini de! Nur, onun gözünde, gönlünde yurt tutar... Hani Yusuf gibi... O da ayın, güneşin kendisine secde ettiğini önce rüyasında gördü. On yıl önce hatta daha önce gördükleri Yusuf’un başına geldi. “Mümin Allah’ın nuru ile görür” sözü sana sakın saçma gelmesin... Allah’ın nuru, gökleri bile delip geçer.
Senin gözünde o nur yok... Yürü, sen hayvani duygulara kapılıp kalmışsın! Sen, gözünün zayıflığından ancak ayağının önünü görürüsün... Zayıfsın, kılavuzun da zayıf! El ile ayağa kılavuzluk eden gözdür... Basılacak tutulacak yeri de o görür, basılmayacak tutulmayacak yeri de o! Sonra bir de benim gözüm pek aydındır... Bir de şu var: Yaradılışım tertemizdir benim. Çünkü ben, helâlzadeyim... Sapıklardan değilim. Sen ise şüphe yok ki benim gibi değilsin… Unutma! Yay kötü oldu mu ok eğri gider!”
Katır: “Doğru dedin ey deve” dedi... Bu sözü söyler söylemez de gözleri yaşlarla doldu. Bir müddet ağladı, devenin ayağına kapandı; dedi ki: “Ey Allah’ın kulları için seçtiği er, lütfedip yardım etsen de, ben de kulluğa kabul edilsem ne ziyan edersin?
Deve: “Mademki huzurumda ikrar ettin, dedi... Yürü, zamanın afetlerinden kurtuldun. İnsafa geldin, beladan halas oldun; düşmandın muhabbet ehline katıldın! Kötü huy zaten senin aslında yoktu... Aslı kötü olandan, inat ve kötülükten başka bir şey gelmez. Fakat aslında kötülük olmayan ve iğreti olarak kötü huylara sahip olan, kötülüğünü ikrar eder, tövbe etmeyi diler. Adem peygamber gibi. Onun işlediği o pek ehemmiyetsiz suç da iğretiydi de derhal tövbe etti. Fakat İblis’in suçu, asıl olduğundan canım tövbeye yol yoktu ona.
Yürü, kendinden de kurtuldun, kötü huydan da, cehennem alevinden de halas oldun, yırtıcı hayvanların dişlerinden de! Yürü, şimdi devleti elde ettin, kendini ebedi bir kutluluğa attın.
“Kullarımın arasına katıl” devletine eriştin. “Cennetime gir” kumaşını dokudun! Kulları arasına girmeye yol buldun, gizli bir yolda ebedi cennete sokuldun. “Bize doğru yolu göster” dedin; doğru yol da elini tutu, seni ta cennete kadar götürdü.
Ey aziz kişi, ateştin nur oldun... Koruktun yaş ve kuru üzüm oldun. Allah doğrusunu daha iyi bilir ya, yıldızdın güneş kesildin... Neşelen artık!