Ağustos 2015 Yazı Atölyesine Gelen En İyi Yazı
Yazı Hakkında Metin Karabaşoğlu`nun Yorumu: Dört dörtlük bir yazı olmasa da, gayet başarılı gözlemleri incelikli bir sorgulamayla harmanlayan güzel bir yazı göndermişsin. Okuyanı hayata, bugününe, bu anına dair dikkate sevkeden bir deneme. Yazdıkça daha iyilerini de yazacağına inanıyorum; ama içerdiği anlam ve sorgulama itibarıyla yazın şu haliyle de ‘Ayın Yazısı’ adayları arasına seçilmeyi hak ediyor.
Takdire değer bulduğum iki cümleni, burada da aktarıyorum:
“‘Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya, her an ölecekmiş gibi ahiret için çalış’ sözünü kırptık orasından burasından, bir tek ‘dünya’ kaldı okunan.”
“Dünya çekilse aradan, ahireti göreceğiz. Ama büyüttük, büyüttük, o kadar büyüttük ki, dünyadan başka bir şey sığmaz oldu gözlerimize.”
Merve Çevren
Allahım! Şu an bu cümleyi yazıyorum, cümlemin sonuna nokta koyabilecek miyim? Nokta koyacak kadar uzayacak mı ömrüm?
Bilmiyorum.
Allahım! Bir gün daha bitti. Uyuyorum. Sabah uyanabilecek miyim?
Bilmiyorum.
Güneşe karşı açılacak mı gözlerim? Bir secde daha görecek mi alnım? Bir kez daha bakabilecek miyim annemin gözlerine?
Bir an sonrasını bilmiyorum. Bir saniye, bir salise, daha da az... İleriyi bilmiyorum. İdrakten acizim. Evet, buna iman ettim. Şu aldığım nefesi geri vermeye garantimin olmadığına tüm hücrelerimle iman ettim. Peki, neden kullandığım eşyaların senelerce garantisi var? Yediğim içtiğim şeylerin üzerinde ‘uzun ömürlü’ yazıyor, benim ömrüm ne kadar uzun? Kasko neden var? Sigorta neden? Bu kocaman apartmanlar?
Görevli kız bana “Bilgisayarına beş yıl garanti yapalım, kafan rahat etsin” diyor. “Ama ben her an ölebilirim, buna garantiniz var mı?” demek istiyorum. Neden benden başka hiçbir şey her an ölebileceğime inanmıyor?
Halbuki ben öleceğime iman ettiysem, ‘dünya bir gölgelik’ diyen Resule iman ettiysem, eşyalarımın da imanımı ispat etmesi gerekmez miydi?
Yolda yürüyorum, apartmanlar çivi gibi. Çakılmışız dünyaya... Tokmağı oyulmuş bizi dünyaya çakan düşüncelerin. Çünkü öyle kuvvetli vurmuş ki doymamış gözümüz. Bunu da alalım, şu eve oturalım. O da yetmedi, geleceğimizi garanti altına alalım. Bunu deme haddine bile yetişti kelimelerimiz. Kim verdi bize bu cesareti, kim unutturdu bize ahireti, ölümü, kabri, kefeni? Kefenin cepleri yoktu hani, kabrin odaları...
“‘Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya, her an ölecekmiş gibi ahiret için çalış’ sözünü kırptık orasından burasından, bir tek ‘dünya’ kaldı okunan. Sürekli açlaştırdık nefsimizi. Aldığımız yiyecekler yetmedi bizi doyurmaya, uzun ömürlüsünü aldık. Doğal olan hemen bozulur derler, çünkü fıtrat bize ölümü hatırlatmaya meyilli. Ama kapitalizm geç bozulan, bozulmamasına yıllarca garanti veren eşyaları dizdi boyumuza kadar. Yarına çıkacağımızı bilinçaltımıza döşeyen buzdolaplarını getirdi, ismine ‘teknoloji’ dedi. Eşyadan bunalmaz, boğulmaz olduk. Evde her boş köşeye bir şey koyma çabasında olduk. Kıyafet aldıktan hemen sonra bile çekemedik gözlerimizi vitrinlerden. Gardrobu her açtığımızda boş gözlerle uzun uzun bakıp kıyafetimizin olmadığını düşündük. Kıyafetimiz olmadığından o günkü buluşmaya giyecek bir şey bulamadığımızı sandık. Halbuki öyle değildi. Giyecek çok fazla kıyafetimiz olduğu için tercih yapamıyorduk aslında.
Dünya çekilse aradan ahireti göreceğiz. Ama büyüttük, büyüttük, o kadar büyülttük ki, dünyadan başka bir şey sığmaz oldu gözlerimize.
Ebu Zer bizi görse Müslümanlığımızdan tanıyabilir miydi? Belki bizim de yakalarımızdan tutar, gözlerimizi açlıktan ölenlere çevirirdi. Ey Ebu Zer, bir Rebeze de bize göster...
Şimdi ey nefsim! Bir vadi altını olsa bir vadi daha isteyecek açgözlü nefsim! Bir dur, bir sakinleş Yaradanını sevdiğim. O kıyafeti alsan da doymayacaksın, o çok sevdiğin eşarbı da... Ne alırsan al, almadığın şeyler kalacak. Yetişemeyeceksin! Vallahi hiçbir şeye sahip olmamış bir halde dirileceksin huzur-u ilahide. Kabul et, bir yol ver artık kalbine, bir kulak ver Rabbine. “Allah zengindir, siz ise fakir.” (Muhammed: 38)
Allah karşısında avuçlarımızda bir tek amellerimiz olacak sunabileceğimiz... Sadece amel, salih amel! Ne kadar namaz kıldıysan, ne kadar gülümsediysen, ne kadar az kalp kırdıysan, öğrendiklerinle ne kadar amel ettiysen, ölüm aklına geldiğinde irkildiysen, günahlarına pişman olmuşsan... Yaptığın tevbe kadar, ettiğin dua kadar, aldığın rıza kadar, sevdiklerinden verdiğin kadar, uzattığın el kadar, tuttuğun oruç kadar, zulüm altındaki Müslümanları hatırladığın an kadar, varlığına şükrettiğin yıldızlar kadar, yanından geçerken “Sübhanallah” dediğin güzellikler kadar, haramdan çevirdiğin bakışlar kadar zenginsin.
Daha da ötesi yok...