Okumalısınız, okumalıyız. İnanın şu ülkede başımıza gelenlerin (bunlar iyi şeyler değil tabii) büyük çoğunluğu, belki de hepsi okuma eksikliği yüzünden geliyor. Şöyle bir bakın bakalım, okuma oranlarının çok yüksek olduğu ülkelerde insanlar bu kadar kolay çıldırtılıp sokaklara dökülebiliyorlar mı?
Geçen ay yazımızı göndermeden hemen önce, sevgili yazı işleri müdürümüz Süleyman Ragıp Yazıcılar’dan bir mail geldi. Süleyman her zamanki kibar üslubuyla bir uyarıda bulunuyor ve son zamanlarda “yazılar çok fazlalaştı yine” şeklinde eleştiriler aldıklarından dolayı “az, öz ve tesirli yazma noktasında azami gayret içinde olmamızı önemle rica ediyor”du.
Kuşkusuz bu dergi adı üstünde gençlik dergisiydi, bilimsel bir yayın organı değildi. Baştan sona uzun, ciddi ve kapkara makalelerle dolu olamazdı. Fakat bir gerçek vardı; o da bu dergiyi okuyan gençlerin hepsinin idealleri olduğu (yoksa öyle değil mi?) ve o ideallere ulaşmanın hayatın belli dönemlerinde uzun, ciddi ve kapkara makaleler ve benzeri metinleri okumaktan geçtiğiydi. Sırf 140 karakterli hapishane içinde dört dönerek, farkında olmadan git gide 140 karakterden daha uzun yazılar oku(ya)maz hale gelerek hiçbir idealinize ulaşamazsınız gençler, kusura bakmayın. Ne demek yazılar uzun, yazılar fazla? Tamam, gençlik dergisi ama mizah dergisi de değil yani.
“Her uzun yazıda mutlaka bir hikmet vardır, gördüğünüz yerde balıklama dalın” demiyorum tabii, öyle bir şey yok. Ancak bir yazının meramını anlatmak için sahip olması gereken asgari bir hacim vardır. Yazarken kullandığınız dile ne kadar vakıf olursanız olun, kelimeleri ne kadar ekonomik kullanabilirseniz kullanın bu gerçek değişmez. Bütün meramımızı birkaç cümleyle anlatabilecek olsak ne diye kendimizi bu kadar yorardık? Bunun bir formülünü bulabilirsem herhalde dünyanın en mutlu insanı ben olurdum. Günümüz Türkçesi zaten fukara bir dil. (Dil devrimi konularına girmeyelim, yazı uzar da okuyamazsınız sonra.) Bir dil ne kadar fakirse muhatabınıza meram anlatmak için o kadar fazla konuşup yazmak zorundasınız maalesef. Dedim ya, bir kalem emekçisi olarak bu durumdan en fazla ben şikâyetçiyim ama yapacak bir şey de yok. Gözünüzün nurunu döker bir şeyler anlatmaya çalışırsınız, okurlardan gelen tepkiye bakarsınız ki bazıları anlatmak istediğiniz şeyin tam tersini anlamış. Çıldıracak gibi olursunuz.
Okumalısınız, okumalıyız. İnanın şu ülkede başımıza gelenlerin (bunlar iyi şeyler değil tabii) büyük çoğunluğu, belki de hepsi okuma eksikliği yüzünden geliyor. Şöyle bir bakın bakalım, okuma oranlarının çok yüksek olduğu ülkelerde insanlar bu kadar kolay çıldırtılıp sokaklara dökülebiliyorlar mı? Gerçeğini her yerde bulunabilecek kitaplardan öğrenebilecekleri halde yüz yıldır aynı yalana inanmakta ısrar ediyorlar mı?
Sizlere âcizane tavsiyem, “kısa yazın, okuyamıyoruz” diyeceğinize kendinizi uzun yazılar okuma konusunda zorlamanızdır. Yukarıda söyledik, tekrarlayalım: Aksi takdirde ideallerinize ulaşamazsınız.