Kızlarımız lokantaya gidildiğinde siparişi beylerin vermesi gerektiğini biliyorlar mı? Yahut bir hanımefendinin kocasını her sabah kapıda işe göndermesi gerektiğini, paltosunu, ceketini tutması icap ettiğini, o ayakkabıların her gün silinerek beyefendiye hizmet edilmesi gerektiğini kabul ederler mi?
Genç Dergi, 2013 yılına Türkiye’yi ilgilendiren bir konu ile girdi. Gençlerin ve ailelerin evlilikle imtihanını kapağa taşıdı. Türkiye’yi ilgilendiren bir konu diyorum çünkü Başbakan da ailelere 3 çocuk konusunda ısrar ediyor. Çocuk sayısında isabet için önce evlilik müessesesi yol katetmeli değil mi? Evlilik ve çok çocuk sahibi olma gündemimiz var velhasıl. Kamuda çalışan hanımlar için yeni düzenlemeler yapılıyor. Çok çocuk sahibi olmanın avantaj hale getirilmesi isteniyor.
Gençlerin izleyip takip edebilse, çok şey öğrenebileceği bir program var; Ömür Dediğin. Geçen gün orada bir beyefendi, hanımını nasıl kaçırdığını anlatıyor. İstemiş, vermemişler fakir diye. Koskoca 18’lik adamdım, diyor. Gönlümün düştüğünü bana nasıl vermezler?
Dikkatinizi çekti hemen değil mi? 18’lik koskoca adam. Nihayetinde kaçırıyor kızı. Çok yokluk çekiliyor elbet. Fakat şikayet yok. Muhtemelen sunucu sorusu üzerine, hanım diyor ki, seviyordum tabi. Şimdi de seviyorum. Ölene kadar da seveceğim. Sevmek ve evlilik her hangi bir şarta bağlanmıyor. Ev yok, araba yok, anlatılana göre bir dam odada un yok, yağ yok. Fakat 18’lik bir adam var. İnsan “adam”sa, diğer sorunlar, eksiklikler gölgede kalıyor, belli olmuyor demek ki.
Yine Genç’in kapağından anne-babaların cevabı bu anlamda manidar: “Büyü de gel!”. Sen daha sabah kendi kendine uyanamayan, son dakika zorla uyandırdığımız, kahvaltı yapmaktan, yatağını toplamaktan, çamaşır makinesi hangi programda çalıştırılmalı, yemeğe tuz ne zaman katılmalı… Haberi olmayan birisin. Evlilik senin neyine? Büyü de gel.
Büyümenin tarifi nedir?
Yaş, yeterli bir kıstas değil. Büyümek deyince, genel kabul gören bir ölçü oluyor aslında zihnimizde: Sorumluluk almak. Kendi başına yemek yiyebilen çocuğu görünce, ah maşallah nasıl da büyümüş, diyoruz. Kendi başına, yemek parasını kazanan genç için de değerlendirmemiz aynı.
Sorumlulukları birey bazında değerlendirmek hata olabilir. Sosyal ilişkilerdeki sorumluluk, bilinç bir erkeği beyefendi, kızı hanımefendi yapan farklar arasında. Ve bu fark belki de evlilikleri iyi bir noktaya taşıyan en önemli bir unsur. Evet maişet derdin yok. Fakat kazandığın o ekmeği güler yüzle hanımına sunabiliyor musun? Genç kız, beyine o ekmeği aş edip sofraya koyabiliyor mu? Eksik yanları güler yüzle, anlayışla tamamlayabiliyor mu iki taraf da?
Bir tatlı tebessüm aynı sabır gibi. Sabır acıyı bal eyliyor ya, tebessüm de öyle. Tebessüm olmadan en güzel sofrada karşılıklı oturun, lezzet alır mısınız?
Tebessümle başlayan sosyal ilişkilerdeki görgümüz o evliliğin ne yöne gideceğini de tayin ediyor. Sosyal ilişkiler yani en başta karı-koca arasındaki iletişim. Sonra halka halka büyütün.
Misafire en güzel sofra takımlarını çıkartan, masa örtüsü ile peçetenin uyumunu düşünen hanım kızımız, aynı özeni akşam eve yorgun argın gelen beyi için gözetiyor mu?
İki dirhem bir çekirdek gittiği toplantıdaki hanımlarla gayet kibar sohbet eden beyefendimiz, tuzu az yemek karşısında da aynı nezaketi koruyabiliyor mu?
Kızlarımız lokantaya gidildiğinde siparişi beylerin vermesi gerektiğini biliyorlar mı? Yahut bir hanımefendinin kocasını her sabah kapıda işe göndermesi gerektiğini, paltosunu, ceketini tutması icap ettiğini, o ayakkabıların her gün silinerek beyefendiye hizmet edilmesi gerektiğini kabul ederler mi?
Bir beyefendi hanımını her zaman sağına alır. Sokakta yürürken de, bir yerde yan yana otururken de. Sağı kuvvetlidir ya insanın, bir tehlike anında hanımını kollayabilsin. Erkeklerimiz şimdi kollayıp korumam gereken bir emanet şuuruyla bakabiliyor mu hanımına?
Yürümek, konuşmak, gülmek, merdiven inip-çıkmak, yemek yemek, birbirimizi beklemek, bekletmek… Tek’likten çıktığımız her an edep, nezaket çerçevesinde daha güzel hayatımız. Kibar, nazik, saygılı, edepli. Ne çok kural var diye mi düşünmeliyiz? Gencim, rahatıma bakarım mı demeliyiz? Yoksa asıl edebin, aslında tek başımıza, yapayalnız kaldığımız andan itibaren başladığını, asıl edebin bizi yaratan Rabbimize karşı olduğunu idrak ederek mi?
Siz de fark ediyorsunuzdur. Aslında nerede “kalite” arıyorsak ve o kalitenin basit kurallarını anlamaya çalışıyorsak, orada “kul olma bilinci” çıkıyor karşımıza. Adam gibi Müslüman, Mü’min ise kişi, her hâli zaten mükemmele doğru gidiyor. Diyeceğim o ki, gençler sabah namazlarına kendi kendilerine kalkar hâle gelmeye başladıklarında, evlilik yolunda önemli bir adım atmış olacaklar. Benden söylemesi.