Birisi bize tutup da, “Hadi bana Hendek Savaşı’nı bir anlatıver..” dese, ne diyeceğiz? Birkaç cümleden sonra ne diyeceğiz? Aklımıza gelecek mi herkes açlıktan karnına bir taş bağlamışken, Efendimiz’in karnında iki taşın bağlı olduğu?
Bir zaman önce, kutlu doğum münasebetiyle misafir ettiğimiz çok değerli bir hocamız (Adem Saraç) ile geçirdiğimiz özel bir vakitte, kendilerine Peygamber Efendimiz’le ilgili bilmediğimiz ve öğrendiğimiz takdirde bizi şaşırtacak bilgilerinden istirham etmiştim.
Sevgili Peygamberimiz’in -tespit edilebilmiş- bir dayısının olduğunu, Güzeller Güzeli’nin, on yedi yaşındayken kendisine Mekke’de bir dükkan açtığını, bu dükkanı bir süre çalıştırdıktan sonra kapattığını öğrenince de hakikaten şaşırmış, biraz da kendi kendimi suçlamıştım.
Öyle diyorum işte.. Ne kadar az giriyoruz o hayatın içine.. Kutlu doğumun tâ öncelerinden, çok çok öncelerden bahsedebilen güvenilir kaynaklar elimize kolayca geçtiği hâlde, nasıl da uzağız o satırlara, sayfalara..
Sadece Peygamber Efendimiz’i değil, ailesini, çevresini, dost ve düşmanlarını, bulunduğu mekânları, hatta geçtiği yerleri, söz ve davranışlarını bu günlere kadar bize ulaştıran Rabb’imizin bu nimetlerine şükrün bir seçeneği değil midir Siyer’e merak salmak?
Çok zaman, oturduğumuz ortamlarda, içerisine girdiğimiz çeşitli konularda bile menkıbesini bilsek kahramanlarını bilmediğimiz, faillerini bilsek hâdiseleri hatırlayamadığımız Asr-ı Saadet ve Ashab-ı Kiram’a dair yetersizlik durumlarıyla yarı yolda bırakmıyor mu bizi bilgilerimiz?
Günlük hayatın içerisinde, ister istemez hafızamızda kendisine yer bulan onca gereksiz bilgilere inat, hayat ölçümüzün tâyini için biricik önderimizin hayatına dair bilebileceğimiz her bilgiye erişme gayretinde olmalıyız.
Hazret-i Ömer’i bilmek, O’nun adaletinden, ferâsetinden, yiğitliğinden söz etmek kadar, O’nun Ebû Cehil’in kız kardeşinin oğlu, yani yeğeni olduğunu bilmek de önemli değil midir?
Ya Sevgili Peygamberimiz’in babası Abdullah henüz bekarken, Mekke’de yanından geçtiği kadınların, O’nun alnında görebildikleri nurun sarhoşluğuyla, doğacak Kâinat Işığı’na anne olabilmek için kendilerini eş adayı olarak arz ettiklerini bilmek.
. Sadece okunan şiir ve naatlarla yetinmeyip, Mekke’nin, Medine’nin, hatta o mübarek ayakların bastığı her yerin derinliğine inmek îcab eder.. Hira’nın, Sevr’in, Uhud’un, Bedr’in..
Ne olmuştur acaba Hicret’te yağız atıyla iki sevgilinin canına kasd için peşlerine düşüp de atının kumlara saplanıp kalması musibetiyle, gizlilik sözünde durmak kaydıyla dönüp, gerisin geri kaçıp giden Sürâkâ’nın hâli… Îmansız mı gitmiştir bu âlemden ebediyete?
Yoksa Mekke’nin fethinde gelip, îman mı etmiştir.. :)
Sibel Eraslan Hanımefendi’den dinlemiştim; “Ben bu özellikle de İlahiyat Fakültelerinde okuyan hanım kızlarımıza çok içerliyorum.” demişti. “Onların Arapça’ya meraklı olmamaları, dolayısıyla da memleketi ayağa kaldıracak sâlihâ bir nesle model olacak peygamber hanımları ve hanım sahabilerle ilgili erişmemiz gereken daha nice bilgilere bizleri ulaştıramadıkları için, onlara kızıyorum. Meselâ ben, Çöl/Deniz kitabımı yazarken yaptığım araştırmalarda mı öğrenecektim, Hazret-i Hatice’nin, Peygamberimiz uzaklara gidince O’nu hasretle, evinin damında, bir iskemleye oturmuş, elindeki çubukla yeri çize çize, o an kendi ürettiği hasret türküleri ve şiirleriyle mübarek kocasını sabırsızlıkla beklediğini?..” diye ilave etmişti… “Hepimizin bu konuda üzerine düşen çok fazla mesuliyet var.” diye de bitirmişti.
Birisi bize tutup da, “Hadi bana Hendek Savaşı’nı bir anlatıver..” dese, ne diyeceğiz? Birkaç cümleden sonra ne diyeceğiz? Aklımıza gelecek mi herkes açlıktan karnına bir taş bağlamışken, Efendimiz’in karnında iki taşın bağlı olduğu? Bir kayanın parçalanışından İran ve Bizans anahtarlarına erişebilecek miyiz? O güne kadar görülmemiş bir rüzgarın, bir fırtınanın serinliğini hissettirebilecek miyiz muhatabımıza? Zor değil mi?
Elbette bilmediğimiz, bilemediğimiz sayısız olay, hâdise ve bilgi var o hayatta.. Detaylara, çok fazlaca ayrıntılara inmek belki de mesleki çalışmaların bir gereği gibi.. Ama en ana hatlarıyla zihnimizde bir yekün teşkil edecek Peygamber Hayatı bilgileri için, bir merak teşebbüsüne merhaba demenin vakti çoktan geldi de geçiyor bile..
Saatte kaç kilometre hız yaptığına merak saldığımız araçları biraz unutup, Uhud’da kırılan bir dişten yere damlamaya doğru yol almış bir damla kanı Cebrail Aleyhisselam’ın nasıl bir sür’atle yer yüzüne inip toprağa düşürmediği bilgisine erişmek, o harbin bütün hüznüne karşı, ruhumuzu rahatlatmaz mı?
Sâhi, nerededir acaba şimdi o bir damla kan?