Askeri öğrenciliği sırasında bir dostumuz, komutanının şu ilginç emri verdiğini anlatmıştı:
- Bana kutup yıldızını getir!
Dostumuz emir karşısında bir an bile tereddüt geçirmemiş:
- Emredersiniz komutanım!
Emri alan dostumuz ne yapmış dersiniz? Ellerini yukarı kaldırmış ve sanki göğe doğru uzanmış bir merdiveni tırmanıyormuş gibi hareket etmeye başlamış.
Emre itaat ve teslimiyet konusunda örnek olarak anlatılabilecek bu hadisede ilginç bir güzellik daha var. Dostumuzun ilk bakışta anlamsız gelen o hareketi modern hayatın içinde çok zaman kaçırdığımız bir hakikate işaret ediyor: Sebep sonuç ilişkisi arasındaki bağlantı ya da illiyet zorunlu değildir. Gayret ve çaba ile neticenin ortaya çıkması birbirini gerektirmeyebilir. A’dan B’ye gidilmesi için kat edilmesi gereken bir mesafe vardır, bize düşen de aklımız, idrakimiz ve kapasitemiz çerçevesinde o yolu aşmaya çalışmaktır. Ama B’yi bize getirecek olan ne yol, ne de gayretimizdir; B’yi bize ancak, ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkartan Allah getirebilir. Hayatın rutini içerisinde kapılıp gittiğimiz rasyonalitenin körlüğü sebep ve sonuçlar arasındaki illiyeti zorunlu gibi gösteriyor; böyle bir zorunluluk yok. İstediği zaman veren, istemediği zaman vermeyen Allah var. O istemeden olmaz. O yüzden O’nun istemesini istemek en güzel yoldur. Bize düşen sebebi işlemektir. Bütün gücümüzle üzerimize düşeni yapmaya çalışırız, ama sonuç adına son sözü Allah’a bırakırız. Bunu hem hayrın nerede olduğunu bilmediğimiz için, hem de kendi nefsimize pay çıkarmadığımız için yaparız. Yürüdüysek yürümemiz emrolunduğu için yürümüşüzdür. Varmak ya da varamamak bizi aşar. Çünkü bize düşen seferdir, zafere ulaşıp ulaşamayacağımızı, onu verecek olan bilir. Kutup yıldızı yukarıdaysa, bize düşen o anda, hangi imkân ve kapasitede olduğumuz fark etmeksizin, ona doğru hamle yapmaktır. Bir an sonrasında ne olacağını bilmeyen bizlerin, durup da ne yapacağını düşünecek vaktimiz de tahammülümüz de yoktur.
***
Ramazan geldi, hoş geldi. Ramazan bizi diriltmeye geldi, şimdi bize düşen kapakta da ifade ettiğimiz gibi “kopmaktır.” Kopmak evet… Gafletten, ataletten, günahlardan, bizi hayır ve istikametten alıkoyan her tür menhiyattan kopma zamanı şimdi… O yüzden “kop da gel” diyoruz. Ramazan gibi bir bereket ve rahmet ayında nefsinden kopamayan, hiçbir zaman kopamaz.
***
Yaz tatili GENÇ Dergi’de hep hareketli geçer. Bu sene daha ayrı bir yoğunluk var, şükürler olsun. Bir taraftan Somali’den gelmiş gençlerin eğitim programı, diğer taraftan Afrika’ya hizmet etmeye gidecek üniversiteli GENÇ Gönüllülerin tatlı telaşı, en heyecanlısı da Anadolu’nun dört bir tarafından gelmiş liseli, üniversiteli kardeşlerimizin GENÇ olma ve GENÇ kalma yolunda en önemli tecrübeleri olacak yaz staj programları… GENÇ olmak böyle bir hareketin ve bereketin hep ortasında kalmak demek. Bilmediğimiz bir zamanda bilmediğimiz bir mekânda verilen yüce bir emrin etrafında şekillenmiş ne güzel heyecanlar bunlar… Bizler GENÇ Gönüllüler, evelallah kutup yıldızını getireceğiz. Ellerimiz yukarıda tırmanmaya başladık çoktan… Ne imkân azlığı, ne mekân darlığı ne de sebep-sonuç illiyeti, bize engel olamayacak, göreceksiniz. Tabii ki O’nun izin ve keremi ile…
Gelecek sayıda buluşmak ümidiyle Allah’a emanet olunuz…