Melih Demirci
Kabul görme kaygısıyla binbir görünüşe bürünüyoruz. Moda bunun en açık kanıtlayıcısı. Düşük benlik algısı ve duygusal zafiyetlerimizden beslenen bu koca moda çarklarının bizleri dişlileri arasında nasıl ezdiğini düşünelim; uzun yıllar boyunca sınıf ve statüleri belirleme de bizlere alternatifi olmayan bir yol çizen moda, aynı yolu çizerken aklınıza gelebilecek her türlü bireysel ve toplumsal fırsatları kolladı ve kolluyor. Günümüzde de kendi endamını gizleyerek bizlere arz-ı endamı teşvik eden moda, acaba ne kadar masum?
Modanın elindeki teşvik kamçısı düşük benlik algımıza, biyolojik zaafiyetlerimize, korku ve kaygılarımıza, durmaksızın vuruyor. Nasıl görünüyorum derdi artık çocuklara kadar bulaştı. Hızla değişen moda ve güzellik algılarımız bu derdimizi aynı hızla yeniliyor. Modanın değişim hızı dijital dünyanın etkisiyle katlanarak arttı. Dünya da önde gelen trend öngörü kuruluşu WGSN Pazarlama Müdürü Bibiana Mesa, trendlerin yayılmasını bir grup influncerın sağladığını belirtiyor. Bu sayede yayılan trend hızlıca doyuma ulaşıyor ve yeni trendlerin önü açılıyor. Hızlı dünya içinde biz modern çağ insanlarının yetişememe duygusu moda ile perçinlenmekte bu da beraberinde yetersizlik duygularıyla, mutsuzluk ve stresi beraberinde getirmekte.
"Çok sayıda pantolon ve palto, çok az sayıda insan tanırız. En güzel elbiselerinizi bir bostan korkuluğuna giydirip yanında sünepe bir halde dikilirseniz, yoldan geçen herkesin sizi değil, korkuluğu selamladığını göreceksiniz." (Henry David Thoreau, Nerede ve Ne İçin Yaşadım)
Moda tanımlarında “geçicilik” vurgusuna her zaman rastlarız. Modanın gelip geçiciliğinin altında elbette kendisinin pazarlama arzu yatmakta ve bu arzu onu değişime muhtaç kılmakta. Modanın pazarlama arzusu, kendisinin hızla değişimine uyum sağlamamız için bizlerin de algılarının hızla değişmesini gerektiriyor. Moda algımız sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla beraber çok kısa zaman dilimlerinde değişebiliyor. Bu değişimi uzun yıllar boyunca medya ve pazarlama stratejileriyle inşa ettiği tüketim toplumuna sadece “bu moda” diyerek kolayca sağlayabiliyor. Toplum ise sıkça ve çokça yarattığı, övgü ve hayranlık duygusu bağımlılığına düçar olmuş, narsist kanaat önderlerine hayranlık ve övgü uyuşturucusunu vererek sadece var olmasının gereği bahşedilen kendi beden ve zihin sermayesini, kendisiyle kıyafet giydirme oyunu oynayan sisteme kurban ediyor.
Kabul görme kaygımız, toplum içinde var olmak için kendimizi olduğumuzdan farklı ve fazla gösterme çabamızın elbette sebepleri var. Erich Fromm’a göre insan sürekli olarak onaylanma arzusu içindedir hatta buna bağımlıdır. İnsan topluma yabancılaşırsa kendini güvensiz hisseder ve topluma ayak uydurma, benzeme veya toplumla aynılaşma yoluyla bu problemini çözmek ister (Fromm,1996:183-184). Toplumun ve çevremizin bizi kabul etmesi belki de en büyük kaygımızı giderecek veya bizleri mutlu edecek güdüsüyle hareket etmemiz bizleri daha fazla tüketmeye itmekte, medyanın ve görsel tüketiminde etkisiyle bir göz iktidarını oluşturmakta. Oluşturduğumuz bu koca göz iktidarı bizim nasıl görünmek istediğimizi belirlemekte, topluma uygun olmayanı ise bir kenara itmektedir. Bu güdümüz, arzumuz veya kaygımız tüketim toplumu insanının en büyük hastalıklarından. Moda ise insanın bu zafiyetini kullanarak toplumun neye benzediğini sürekli olarak değiştirerek hem şifa üretmekte hem de hastalığımızın yeni bir varyantını oluşturmaktadır. Dolayısıyla bizlerin onaylanma ve kabul görme kaygısını her zaman taze kalmaktadır. Moda bizlere birbirimizi taklit ettirerek bizleri yalnız hissetmekten kurtarıp, seçim yapma ve özgün olma dertlerimizi gidermekte ve hepimizin gözüne soktuğu mutluluk, özgürlük, değişim vurgularıyla tahakkümünü sürdürmektedir (Simmel, 2003:105;106).
İçine gireceğimiz topluluk için farklı görünüşlere bürünüyoruz. Sabah spora giderken, öğlen çalışırken, akşam arkadaşlarınızla eğlenmeye giderken gün içinde dahi nasıl göründüğümüz değişmekte. Sürekli sorduğumuz soru şu: onlar nasıl görünüyor? Cevap bizi her gün, her hafta her ay ve her yıl kimlikten kimliğe atlatıyor. Sürekli kendimizi “onlarla” kıyaslamamıza sebep oluyor. Her ne kadar bireyselci bir çağa sürüklenmiş olsak da gruptan ayrı düşme kaygımız giderek tırmanmakta. Moda bizlere kimliğimizi yapılandırabilmemiz için çokça imkân sunmakta fakat bu imkânın aksine kimlik arayışlarımız sonuç vermemekle birlikte parçalanmış kişilere dönüşmekteyiz. Fakat moda, dert etmeyin bak bu sensin diyerek bizlere yeni bir kimliği vaat ediyor. Hipsterlar, kamuflaj desenleri, düşük bel pantolonlar şimdi hiç üretilmemiş gibi etrafta yoklar. Modası geçen her şey bizler tarafından genellikle çöpe atılmakta veya bağışlamakta, bir şekilde elden çıkartıyoruz. Aynı şeyi şirketler imha ederek yapmakta. Çünkü yenisi, yeni bir kabul gören kimlik. Çünkü yenisi dijital kanaat önderlerimizin ekmek parası.
Sonuç olarak sıkça değişimiyle bizleri kazanamayacağımız bir savaşın ortasında bırakan modanın sunduğu tüm imkânlar, bizlere fırsat ve seçim özgürlüğü imkânı sunmanın aksine kimlik pazarlayarak kaygılarımızdan beslenmekte ve bizleri kamçılayarak gemisinin küreklerini çalıştırmakta. O vakit gelin daha yakından tanımaya çalıştığımız modanın üzerimizdeki iktidarını tanımayalım.
Kaynakça
*Fromm, Erich. Sağlıklı Toplum, Çev. Yurdanur Salman ve Zeynep Tanrısever, 3. Baskı, İstanbul: Payel Yayınevi, 1996.
*Simmel, Georg. Modern Kültürde Çatışma, Çev. Tanıl Bora, Nazile Kalaycı, Elçin Gen, 1. Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları, 2003.