M. BEŞİR ERYARSOY / İlahiyatçı, Mütercim, Yazar
Allah kafirleri, fasıkları, kendisine karşı duran insanları sevmediğini bizlere haber veriyor. Allaha iman eden bir kimse elbette Allah’ın sevdiklerini sevecek, sevmediklerini sevmeyecektir.
İnsanoğlunu diğer canlılardan ayrıcalıklı kılan niteliklerinin başında hiç şüphesiz olumlu ve olumsuz yönleriyle sahip olduğu duygu dünyası gelir. Benzeri duyguların insan dışındaki bazı canlılarda mevcudiyetinden söz edilse bile bunların insana nispetle yüzeysel olduğu da kolaylıkla fark edilebilen ve anlaşılabilen bir husustur.
Buğzetmek sevmenin zıttıdır. Öfkeyle birlikte sevmemek ve nefret etmek gibi bir anlam ihtiva eder. Yüce Allah’ın sevdiği insanlar olduğu gibi buğzettiği insanlar da vardır. Sevdiği fiiller olduğu gibi buğuz ettiği fiiller de vardır. Cenabı Allah’ın buğzetmesi bir anlamda da razı olmasının, hoşnut olmasının zıttıdır. Yüce Allah bir kulunu sevecek olursa Cebrail’e, Cebrail de diğer meleklere, Allah’ın o kulu sevdiğini söyler. Diğer melekler de Cebrail ile birlikte bir kulu sevecek olursa, o kul için yeryüzünde kabul vasfolunur. Yani o kişi sevilir, takdir görür; insanlar tarafından hem zatı, hem de hal hatır hareketleriyle sevilir. Allah bir kula buğuz edecek olursa Cebrail’e söyler. Cebrail de diğer meleklere söyler. Ve melekler o kişiye buğzetmeye başlarlar. Bu sefer önce semadakiler, arkasından da yeryüzündekiler o kişiye buğzetmeye başlarlar.
Kime Buğzedeceğimiz Bellidir
Müslim’de 2637. hadiste şöyle buyrulur: “Allah’ın en sevdiği yerler, mekanlar; yeryüzünün mescitleridir. En buğzettiği yerler ise oranın çarşı pazarlarıdır.” Müslüman insanın da elbette fıtri olarak bünyesinde yer edinmiş olan sevmek, nefret etmek veya buğzetmek duygularına sahip olacağı gayet açıktır. Bu bakımdan Müslümanın, sevgisini kontrol etmek ve nereye yönlendirmek gerektiği hususunda Kur‘ani ve Nebevî düsturlarla sınırlandırıldığı gibi, buğzetmek noktasında da mümin olarak neye karşı, ne için, kimlere karşı ve hangi sınırlarda olması gerektiği de etraflı ve ayrıntılı bir biçimde tespit edilmiş bulunmaktadır.
Bunun için özet bir çerçeve çizmemiz gerekirse mümin bir kişi; imanı destekleyen, onu geliştiren, iman istikametinde hareket etmeyi kolaylaştırıp pekiştiren şahısları, fiilleri, hal ve hareketleri sevmek, bunların zıttı olanlara karşı da nefret etmekle hükümlüdür. Buğzun zıttının sevmek olduğunu belirtmiştik. Dolayısıyla neyi sevecekleri bilmemiz; bizim nefretimizi yönlendireceğimiz odakların, şahısların ya da kişi ve hal ve hareketlerin kimler olduğunun tespit edilmesine de yardımcı olur.
Bu açıdan bakıldığında esas itibariyle buğzun da yerine göre bir ibadet olduğunu kolaylıkla anlayabiliriz. Çünkü Allah, özetle söylecek olursak kendisinin emrettiği çerçevede inanç dünyasını, duygularını, hayat ve ilişkilerini, davranış ve tutumlarını belirleyen kimseleri ve onların bu doğrultudaki davranışlarını sevdiğine göre bunun zıttı istikametteki kişi hal ve hareketleri sevmediği ve buğzettiği de açıkça anlaşılır. Bu da bir Müslüman için net bir ölçü teşkil etmiş olur.
Güzel Bir Örnek
Mümtehine Suresi’nde İbrahim Aleyhisselam’ın uzun bir davet döneminden sonra kavmi ile arasındaki ilişkilerinin artık buğzetmek merhalesine gelmiş olduğu bildirilmekte, onun ve beraberindekilerin bu tutumlarının bizim için uyulmaya değer güzel bir örnek olduğu belirtilmektedir. Ayet-i Kerime şöyledir: “Yemin olsun İbrahim’de ve onunla birlikte sizin için uyulacak güzel örnekler vardır. Hani onlar kendi kavimlerine biz sizden ve sizin Allah’ı bırakıp ibadet ettiğiniz şeylerden alabildiğine uzak kalacağız ve bizler sizin kabul ettiklerini inkar ediyoruz. Bizimle sizler arasında düşmanlık ve buğuz ebediyen devam edecektir. Ta ki sizler bir olarak Allah’a iman edene kadar.” (Mümtehine Suresi 4. Ayet). O halde insanın fıtratının başında yer alan sevgi ve buğuz ya da nefret insanın ister istemez sahip olduğu duygular olduğuna göre, bunlarının çerçevelerinin ve istikametinin, keyfiyet ve mahiyetlerinin de tespit edilmesi gerekmektedir. Bu konuda rehberimiz olan Kur-an’ı Kerim ve Peygamberimiz bizi bu konuda da gerektiği gibi yönlendirmiş ve bu hususta yolumuzun vazgeçilmez işaret taşlarını, ebediyete kadar yolumuzu aydınlatacak aydınlatıcı nurlarını bizlere bahşetmiştir.
El Bera bin Azim’in rivayet etmiş olduğu bir hadisi şerifte, Nebi (a.s.) huzurunda oturan sahabelere sordu: “İslam’ın en sağlam kulpu hangisidir?” Ashap, “Namazdır.” dedi. “Namaz güzeldir.” dedi, “Ama o değildir.” “Zekattır” dediler. “Zekât güzeldir, ama o değildir.” dedi. “O halde Ramazan orucu tutmaktır.” dediler. “Ramazan orucu güzeldir, ama o da değildir.” dedi. “Hacdır.” dediler. “O da güzeldir, ama o da değildir.” “Peki, cihaddır.” dediler. “O da güzeldir, ama o da değildir.” dedi. Ardından Allah Resulü kendi sorusuna şöyle cevap verdi: “Şüphesiz imanın en sağlam kulpu, Allah yolunda Allah için sevmeniz ve Allah yolunda Allah için buğuz edip nefret etmenizdir.” buyurdular. (İmam Ahmet 18157. Hadis)
Buğzu olmayan bir Müslüman tasavvur etmek kanaatimce mümkün değildir çünkü mümin sahip olduğu imanı sevmek zorunda olduğu gibi onun zıttı olan küfür ve inkâra buğzetmekle yükümlüdür. Zira her şey zıddıyla kaim olduğuna göre Allah’ın ve sevdiğimiz müminlerin sevmediği şeyleri de sevmemiz imkânsızdır ve bunlara buğzetmemiz icap etmektedir.
Allah kafirleri, fasıkları kendilerine karşı duran insanları sevmediğini bizlere haber veriyor. Allaha iman eden bir kimse elbette Allah’ın sevdiklerini sevecek, sevmediklerini sevmeyecektir. Kaldı ki şeytan bizi Allah’ın gösterdiği yolun dışına çıkartarak, birbirimizden nefret etmemizi istemektedir. Bunun için şeytan bizleri başta içki olmak üzere, çeşitli kötülüklere; Allah ve Resulünün yasakladığı niyet, söz ve fiillere çekmek, bizi birbirimize düşürmek, birbirimizden nefret etmemizi, buğzetmemizi sağlamak istemektedir.
Velhasıl İslam her şeyi yerli yerince koymayı esas edindiğine göre, bazen kendi gözlemimiz ve bazen de bizleri yakından tanıyanların bizi uyararak sevgimizi ve buğzumuzu yönlendirmek ile ilgili uyarılarına da kulak vermesini de bilmemiz lazım.
Allah’ın Kızdıklarına Kızmak
Buğzumuzun, nefretimizin, kızgınlığımızın Allah için olabilmesi için ancak Allah’ın kızdığı hallere, sıfatlara, durumlara ve kişilere kızmamızla mümkün olur. Allah ve resulünün esas itibariyle kızmadığı hal ve harekete bizim kızmamız, salih ve doğru bir amel olmaz. Bunun için bütün duygularımız ve amellerimiz olduğu gibi belirttiğim üzere öfke ve kızgınlığımızı kontrol etmeyi bilmemiz gerekir. Efendimiz ve ashabı da kızar mıydı, buğzeder miydi? Efendimiz esasen nübüvvet görevini yerine getirmekle hükümlü olarak ümmete nelere buğzedeceğini öğretirken kendisinin bu öğrettiklerini, fiilen kendi hayatında ve dünyasında yaşayıp tatbik etmemesi düşünülemez. Aynı şey onu örnek alan ashabı için de mevzu bahis olduğuna göre onlar da kızması ve öfkelenmesi gereken hallere kızmış ve öfkelenmişlerdir.
Esasen Allah yolunda olup, Allah’ın dinini sevmenin, buna karşılık küfür ve inkarı reddetmenin, buğzetmenin, bu yolda gidenleri o buğuz edilesi hallerinden kurtarılmak istemenin en yüce eylemi olarak görülür. Peygamberimiz yukarıda bahsettiğimiz hadiste bütün ibadetlerden çok daha ileri bir şekilde İslam’ın en sağlam kulpu olarak Allah için sevmeyi ve Allah için buğzetmeyi zikretmiş bulunmaktadır. Duygularını da tıpkı davranışları gibi, imanlarını çerçevelendirdikleri gibi çerçevelendiren ve hayatını tamamen buna göre şekillendiren gerçek müminlere ne mutlu.
Sözlerimizi merhum Elmalı’nın tefsirinin mukaddimesindeki bir duayla bitirmek güzel olacaktır. “Rabbim sevdir bize sevdiklerini, yerdir bize yerdiklerini.”