4 Dil ve Evdeki Tüm Kitaplar
Kasım 1881’in Viyana’sındayız. Avrupa’nın üzerinde hiç gitmeyen kara bulutlar dolaşmakta. Sis ve sessizlik. Savaşın ve çaresizliğin sessizliği bu. Tüm bunların ortasında zengin bir Yahudi aile var: Zweig’lar. Zayıf, çelimsiz bir çocukları olur. Stefan ismi verilir. Küçük yaşlarda sanat ve edebiyat eğitimi alır. İngilizce, Fransızca, İtalyanca, Latince ve Yunanca öğrenir. Evdeki tüm kitapları 20’li yaşlarına gelmeden okur. Antik Yunan edebiyatı ve mitolojisine hâkimdir. Viyana ve Berlin üniversitelerinde felsefe eğitimi alır. İlk şiirlerini henüz lisedeyken karalamıştır. Fransız şairler Verlaine ve Baudelaire’den Almancaya çeviriler yapar. İlk gençlik döneminde Kuzey Hindistan’ı, ABD’yi, Kanada, Küba, Brezilya ve Belçika’yı gezer.
Konforlu Bir Anti-Militarist
Birinci Dünya Savaşı yıllarında (1914-1917) Viyana’daki savaş karargahında savaş arşivinde memur olarak çalışır. Savaştan sonra Salzburg’a yerleşir. 40 yaşında ilk evliliğini yapar. Kapuzinerberg’in yamacındaki villasında geçirdiği yıllar en verimli dönemidir, kitaplarının çoğunu bu dönemde yazar. James Joyce, Franz Werfel, Paul Valery gibi ünlü edebiyatçıları burada ağırlar. Yayımladığı peşpeşe kitaplarla ünü Avrupa’ya ve kısa sürede diğer kıtalara da yayılır. Savaş tamtamlarını, artan ırkçı söylemleri durdurmak için çağrılar yapar, siyasetçilerle görüşür, konferanslar verir, diplomatik çevrelere mektuplar gönderir. Fakat konforlu hayatından yaptığı bu çağrılar yeni çatışmaların ve şiddetin gelişini engelleyemez.
Irkçılıkla Mücadele Etti
Hayatı boyunca Avrupa’nın hızlı değişimine ve iki büyük dünya savaşına tanık olur. Dostoyevski, Balzac ve Dickens’ı anlattığı “Üç Büyük Usta” isimli biyografik kitabında Dostoyevski için söylediği şey aynen kendisi için de geçerlidir: Bizi kendisine yaklaştırmak için asla elini kıpırdatmamıştır. Çağımızın diğer büyük ustaları iradelerini açığa vurdular ama o yapmadı. Ömür boyu suskun ve çekingen kaldı.
Kitaplarını Almanca aslından çeviren Ahmet Arpad, onun hakkında şöyle diyor: Stefan Zweig bir umut yazarıdır. O her zaman barışı, iyiliği düşler. Savaş karşıtıdır. Eserleriyle okurunu yüreklendirir. Onu kendine tiryaki eder, ona yaşama sevinci aşılar. Yapıtlarında hep insancıl bir hoşgörü düşüncesinden yola çıkan Zweig, nasyonel sosyalizmle yürekten savaşır. Hayatı boyunca insanlığın birliğini arzular. Ama bunun ütopik bir fikir olduğunu anlaması ona pahalıya patlayacaktır.
Kılavuzu Freud
Freud’un psikanalizinden çok etkilenir. Hastaların zihinsel süreçlerinin bilinçdışı unsurları arasındaki bağlantıları ortaya çıkarmaya çalışan psikanaliz öğretisi, Zweig’ın yaşadığı dönemde tüm Avrupa’yı derinden etkiler. Ünlü Fransız felsefeci ve tarihçi Foucault, 1900’lerin ortalarında Fransa’da psikanaliz yaptırmayan kalmamıştır der. Zweig da öykülerinde bu öğretiyi yöntem olarak kullanır. Karakterlerin bilinçaltında hep gizli defterler vardır ve baş kahramanları acılı sonlar bekler.
Ortak Avrupa Kültürü mü Dünyayı Kurtaracak?
Birinci Dünya Savaşı’nın korkunçluğunu, yıkıcılığını yakından tecrübe eder. O zamanlar için kurtuluşun ortak Avrupa kültüründe olduğuna inanıyordur. Bugün yaşasa yine aynı şeyi düşünür müydü? Zor. Hayatının sonlarına doğru bu düşüncenin yetersizliği onu mahvedecektir. Zweig’a göre liberal toplum düzeni kurulmalıdır. Bunun için Avrupalı aydınlar aralarında anlaşmalı ve işbirliği yapmalıdır. Nazi zulmünün Avrupa’dan çıktığını gören birinin böyle düşünmesini anlamak bugünden bakarak zor ama o günün şartlarında, Rusya ve Hitler korkusu buna inandırıyordu demek ki.
Barbarların Kahkahası
1933’de, İkinci Dünya Savaşı’nın sesleri yeni yeni duyulmaya başlandığında, Almanya’da naziler işbaşındadır. O’nun ise bütün düşleri karmakarışık olur. Millet meclisi ateşe verilir. On binlerce sol görüşlü insan kamplara sürülür. Yahudiler, özürlüler kıyımdan geçirilir. Bunu yapanlar Avrupalıdır. Çünkü Naziler üstün ırk oluşturma niyetindedir. Zweig’in yakın dostu Joseph Roth, bu dönemde yazdığı mektupta “Çok büyük bir felakete sürüklendiğimizin farkında olduğunuzu sanıyorum. Edebiyatımız yok olacak. Olup bitenler bizleri yeni bir savaşa sürükleyecek. Barbarlar yönetimi ele geçirdi. Artık yaşamın üç paralık bile değeri kalmadı. Yanlış düşlere kapılmayın.” der.
1930’ların ortasındayız. Tüm Avrupa’da, Rusya’da, ABD’de totaliter baskıcı sesler yükselir. Stefan Zweig’ın yazdıkları geniş halk kitlelerine ilham verdiği için rahatsız edici bir figürdür. Evi basılır. Kitapları toplatılıp yakılır. Daha fazla baskıya dayanamayarak İngiltere’ye kaçar, sığınma başvurusunda bulunur, kabul edilir. Buradan başka ülkelere de seyahatler yapar. Art arda çok başarılı eserler çıkartır. İngilizce’ye ve diğer dillere çevrilmeye başlanır. (Türkçe’de ilk defa 1947’de göreceğiz.) onun ünü arttıkça Nazilerin rahatsızlığı da artar. Bu esnada eşinden boşanır. Portekiz’e yolculuk yaparken tanıştığı bir kadınla ikinci evliliğini gerçekleştirir.
Son Sesleniş
Hayatının son dönemleri Nazilerin peşinde olduğu vehmiyle geçer. Hem korkmakta hem de tüm hayallerini üzerine inşa ettiği Avrupa fikri ve hümanizmin çöküşünü görmesi O’nu mahvetmektedir. Şubat 1942’de Brezilya’da iken, sabah gazete haberlerinde Nazilerin Süveyş Kanalı’nı aldığı haberini okur. Ruhsal sıkıntılarının tavan yaptığı bu dönemde artık kendini daha fazla tutamaz ve eşi ile birlikte kaldıkları otelde ilaç içerek hayatlarını sonlandırırlar. Masalarında bulunan veda mektubunda şöyle seslenirler:
“Kendi isteğimle ve bilinçi olarak hayattan ayrılmadan önce son bir görevi yerine getirmeye kendimi mecbur hissediyorum. Bana ve arkadaşlarıma iyi ve konuksever davranan harikulade ülke Brezilya’ya içtenlikle teşekkür etmeliyim. Benim lisanımın konuşulduğu dünya bana göre mahvolduktan ve manevi yurdum Avrupa’nın kendi kendisini yok etmesinden sonra hayatımı yeni baştan kurmayı daha fazla isteyebileceğim bir yer daha yoktu... Bütün dostlarıma selamlarımı yolluyorum. Uzun ve karanlık geceden sonra tanyerinin ağardığını görmek umarım onlara nasip olur. Ben çok sabırsızım, onlardan önce yola çıkıyorum.”
En Ünlü Eseri
En ünlü eseri Satranç’tır. Diğer pek çok eserinde olduğu gibi bu da kısa bir öyküden ibarettir. Hapisteki birinin uğraşacak hiçbir şeyi olmadı için satranç ustasına dönüşmesini ve sürpriz sonunu ince işçilikle anlatır. Türkiye’de 25’i aşkın eseri pek çok yayınevi tarafından çevrilmiştir. Roman, öykü, gezi notları, günlükleri, anıları, denemeleri ve tarihten önemli kişilerin biyografileri herkesin ilgisini çekmeye bugün de devam ediyor. Özellikle son yıllarda çok satan listelerinde mutlaka 3-4 kitabını görüyoruz. Öne çıkan kitaplarından bazıları şöyle: Bir Kadının Yaşamından 24 Saat, Kendi Hayatının Şiirini Yazanlar (Casanova, Stendhal ve Tolstoy), Amok Koşucusu, Kendileri ile Savaşanlar (Hölderlin, Kleist ve Nietzsche), Yıldızın Parladığı Anlar, Bir Çöküşün Öyküsü, Korku.