Bir yolunu bulur insan. Öyle ya da böyle; bir gönle girmenin, bir hayra erişmenin, kutlu bir amele kavuşmanın, kaldı ki rızkı bile temin etmenin...
Daha önce dikkat etmemiştim. Oysa zaman zaman, trafiğe takılmamak için yönümü değiştirdiğimde ya da değişik yönlerdeki az işlek yol, sokak ve caddelerde görüyordum onları.
Özellikle bâzı hareketli sokaklarda, 2-3 delikanlı, beni durdurmaya çalışıyor, güler yüzle - lisanlarını tam bilemesem de anladığım kadarıyla- tatlı dille benden bir şeyler istiyorlardı.
Dilenciye de benzemiyorlardı. Üzerlerinde, çalışıp terlemiş, biraz da yorulmuş bir işçi emâresi oluyordu.
Durmuyordum. Selâm verip geçiyordum. Aynadan baktığımda, üzülüp kızanını da görmedim.
Neden sonra, buranın yerlisi, Kamerunlu bir arkadaşımdan öğrendim gerçeği. Nasıl da gözden kaçırmışım?
Bazı gençler var ki, trafikten sıyrılmak için ara sokaklara meyleden araçların hareketlendirdiği sokakların ve kimi güzergâhların yollarında bazı işler yapıyorlar.
Bunlar, bu sokaklardaki çukurları, ellerinde kazma-kürek tamir ediyorlar. Buralardan geçen araçlardan da bunun bedeli olarak, bahşiş, ücret talep ediyorlar. Kim ne verirse...
Afrika’nın birçok ülkesinde vâr olan, özellikle ara sokaklardaki yol sıkıntılarını bilenler bilir; veya bu tahmin edilir, böbrek taşı düşürmeye bire birdir.
Sonra dikkat ettim. Hakikaten bu cengâverler, aslında kendi üzerlerine düşmeyen bir “vazifeyi” îfâ ederek, bir rızık tedâriğinde de bulunuyorlar. Hoşuma gitti.
“Ey Rabbim!” dedim... “İnsanların geçtiği yollardaki engelleri kaldıran, o yollardaki çukurları kapatan, aksaklıkları gideren kullarına, onların isteği üzerine, yine kulların vasıtası ile nice rızıklar veriyor, ikramlarda bulunuyorsun.
Ya, ancak senin rızan için bir iyilikte, bir hayırda bulunanlara, hem bu dünyada hem de ahirette, acaba hangi ihsanlarla, o kullarını ne ile mükâfatlandıracaksın?”
Bir yolunu bulur demek ki insan. Öyle ya da böyle; bir gönle girmenin, bir hayra erişmenin, kutlu bir amele kavuşmanın, kaldı ki rızkı bile temin etmenin...
Yeter ki eline bir kazma, bir kürek imkânı verilsin ve yola çıkmasına mâni olunmasın.
Aynı kumaştan, aynı model dikilmiş elbiseleri giymiş birkaç kişilik beyefendi, hanımefendi gruplar görüyorsunuz bazen. Bir takımın, bir kurum, kuruluş veya işletmenin elemanları olabileceği aklınıza geliyor önce.
Grup hâlinde, ya bir merasimden geliyorlar ya da bir programa gidiyorlar. Tıpa tıp aynı kıyafetliler.
Öğreniyorsunuz ki, âdet üzere, dâvet edilmiş olmayı “değerli bulunmak” sayıyorlar ve o güne has en özel kıyafetlerini giymeyi vazife biliyorlar. Ancak, yakın arkadaşlar, yine âdet üzere, aralarındaki anlaşmaya göre, birbirleriyle aynı kıyafeti giyiyorlar; birbirlerine karşı, görünümde bir üstünlük durumu olmasın diye... Bu da bir incelik.
Demek ki insan, tevazuun da ince fikirliliğin de yolunu bulabiliyor. Yeter ki kalbî rotası, menfaat üzere esen nefis rüzgârlarının tesirinde kalmasın.
Yeter ki Yola Çık, Niyetini Sağlam Tut
Türkiyeli bir iş adamı şöyle anlattı: “Artık Kamerun’u terk etmeye kesin karar vermiştim. Gidecektim buralardan. Ortağımla birlikte tüm ilişki ve irtibatlarımızı bitirmek üzere, bir taksiyle, son iş olarak bankaya gittik. Bankaya girdiğimizde, içerisinde kimlik, pasaport, evrak ve binlerce Euro paramın olduğu el çantamı takside unuttuğumu fark ettim. Eyvah! Dedim. Zaten hırsızlık hâdiseleriyle de meşhur şu Afrika beldesinde, kendi elimle kendi ettiğime bak! İyice canım sıkıldı. Bir telaşla dışarı çıktığımda, caddedeki onlarca aracın, taksinin arasından çıkıp, elinde çantamla beni arayan ve bu davranışıyla fikrime etki ederek bu ülkede kalmamı sağlayıp, sonra yıllarca muhasebe elemanım olarak çalışan “Alen”... 17-18 yaşında... ”Ne olacak, çocuk...” demeyeceksin. Dünya Alen’lerle dolu. Yeter ki yola çık, niyetini sağlam tut. Bir Alen sayesinde nice sene burada mesaiye devam ettik, binlerce insan bizim vesilemizle ekmek yedi.