Bu ay Halim Demircioğlu’un fotoğraflarını değerlendiriyoruz. Şu sıcak yaz günlerinde fotoğrafı görünce eminim hepinizin içi ferahlamıştır!
Halim’in iyi bir fotoğrafçı gözü olduğu belli. (Gönderdiği diğer fotoğrafları da değerlendirerek söylüyorum.) Hemen hemen bütün fotoğraflarında belli bir kalite var. Ama bazı karelerde, tabiri caizse, denizi geçip derede boğuluyor. (Halim’le gıyaben bir tanışıklığımız olduğu için konuya direk kafadan giriyorum! Kusura bakma Halim! Bunu başka kimseye yapmam, haberin olsun.) Ayrıca çok küçük birkaç ayrıntı yüzünden fotoğrafları tam lezzeti yakalayamıyor. Fotoğraf çekmeyi, yemek yapmaya benzetirsek, yemek oldukça güzel görünüyor. Ama lezzetinde eksiklikler var. Yemeklerin lezzetleri için nasıl içine baharatlar katıyorsak, fotoğraflarımıza da baharat etkisi yapacak güzellikler katmalıyız. Gerçi bu çoğunlukla fotoğrafa fazla bir şey katmamakla (fotoğrafta sadelikle) elde edilir. Ama bazen, bir metre sağdan veya soldan fotoğrafı çekmek, biraz ileri – geri gitmek, hatta olduğumuz yerde oturarak fotoğraf çekmek bile baharat etkisi için yeterli olabilir. Bunu her çektiğiniz kare için sizin bulmanız gerekli.
Fotoğraf üzerinden değerlendirirsek; birinci fotoğraf ilk bakışta temiz, net bir fotoğraf olarak karşımızda duruyor. Gayet dengeli, genel havayı çok iyi yansıtan bir kare. Görenin beğeneceği, belki de ben de böyle bir fotoğraf çekeyim duygusuna kapılacağı bir fotoğraf. Ama gerçekte, tam da öyle değil.
Neden mi?
Birincisi herkesin gidip doğrudan çekeceği bir fotoğraf olmuş. İnternette bir tarayın bir çok benzerlerini bulabilirsiniz. Biz, herkesin çekeceği fotoğrafı çekmeyelim. Bizim fotoğrafımız biraz özel olsun. Fotoğrafa bakan, ‘fotoğraf bu açıdan ya da bu kompozisyon ile çok daha güzel olmuş’ desin. Fotoğrafa bakan, yemekteki baharat gibi, bizim küçük dokunuşlarımızı, fırça darbelerimizi hissetsin. Fotoğrafa bakan bu güzelliğin nereden geldiğini anlamak için dönüp dönüp yeniden baksın.
Mesela ilk fotoğrafı evlere doğru yaklaşarak, belki yere de oturarak çeksek evlerin ihtişamı, ayrıntıları çok daha iyi görünürdü. Ayrıca evler doğal yapının eğimli yapısına uygun hale gelirdi. Bu sayede, gökyüzü biraz daha fotoğrafa girerdi. Bu arada fotoğrafa birkaç spot aydınlık çekildiği için gökyüzü tamamen beyaz olmuş. Oysa gökyüzünün, bu yükseklikte masmavi olması gerekirdi. O zaman yeşilin yanına katılan gökyüzü mavisi, bahsettiğimiz baharat etkisini biraz daha artırırdı. Ayrıca en yüksekteki ağaç gökyüzüyle bitişik olmuş. Arayı biraz açmak gerekli.
Dereyi gören var mı?
İkinci fotoğrafta oldukça güzel bir fotoğraf. Yemyeşil bir tabiat, dağları adeta kucaklamış bulutlar, vadi boyunca kıvrana kıvrana uzayıp gelen toprak yol, kır çiçekleri sizi alıp götürüyor. Fotoğrafa bakıp bakıp mis gibi havayı içinize çekesiniz geliyor. Hatta içinizden şöyle gürül gürül akan bir dere ve buz gibi su olsaydı muhteşem olurdu diyorsunuz. İlk bakışta ben de öyle diyordum.
Ama aslında fotoğrafta, köpüklerini etrafa saça saça akıp giden bir dere var! Dikkatli bakarsanız siz de göreceksiniz. Orta önde bulunan küçük ağaç dallarının arkasına saklanmış.
İşte deminden beri fotoğrafa baharat tadı katmak dediğim hadise bu.
Eğer fotoğraf birkaç metre sağdan veya soldan çekilmiş olsaydı, o akıp giden dereyi ve bununla birlikte çok daha güzel bir fotoğrafı seyretmiş olacaktık. Vaayy! Kartpostal gibi bir fotoğraf diyecektik. Halim hâlâ oralardaysan, ne olur bu fotoğrafı bir daha çek gönder. Tabii yenileri lütfen dereli olsun!
Bu değerlendirmeler sadece Halim’in gönderdiği fotoğraflarla ilgili bir durum değil aslında. Gönderilen fotoğrafların bir çoğunda aynı durum söz konusu. Bu bakımdan aslında sadece bu fotoğrafla ilgili olmayan bir değerlendirme bu yaptıklarım. Bu değerlendirmeleri herkes kendi çektiği fotoğraflar üzerinden değerlendirirse o zaman ne demek istediğimi çok daha iyi anlayacaktır.
En güzel kareler sizlerle olsun. Tabii bize de göndermek şartıyla!