Dijital devrimin hayatın her alanını etkilediği gibi fotoğrafçılığı da derinden etkilediği çok açık. Sadece film, banyo, karta baskı süreçlerinin ortadan kalkması bile başlı başına bu devrimi anlatmaya yetecek bir gelişme aslında. Fotoğrafçılıkla son 15-20 yılda tanışanlar aslında o süreçleri hiç öğrenemediler. Mesela kaç ASA film almalıyım, pozitif mi-negatif mi olsun ikilemini hiçbir zaman yaşamayacaklar. O günlerde baskıya götürdüğü filmin yandığını, yani istenmeyen ışık aldığından dolayı, fotoğrafların basılamadığını öğrenen bir fotoğrafçının hayal kırıklığı ve üzüntüsünü anlamakta zorlanacaklar. Ayrıca her gördüğü kareyi çekemeyip, ancak işine yarayacak kareyi çekmek için saatlerce beklemeyi göze almayı bugün çok gereksiz bulabilecekler. Hatta akıllarına, o günün fotoğrafçıları ne kadar cimriymiş! diye muzip bir fikir bile gelebilir.
Ama unutmayalım ki, o günün şartları bütün bunları zorunlu kılıyordu. Ama o zorluklar ve imkansızlıklar fotoğrafçılar için gerçekten önemli bir eğitim aracıydı. Çünkü o günün imkanları içinde, fazla yanlış ve eksik yapma şansları yoktu. Bugünkü gibi fotoğrafı çek, ekrandan bak, beğenmediysen yeniden çek gibi bir lükse sahip değillerdi. Fotoğrafı bazen sadece bir defa çekme şansınız vardı ve çoğunlukla geri dönüşünüz yoktu. Bu yüzden marangozlar gibi ‘iki ölç, bir biç’ taktiğiyle fotoğraf çekilmeye çalışılırdı. Bütün bu zorluklar dolayısıyla ilk başta temel fotoğrafçılık bilgilerini almaya gayret eder, ardından da kullandığı fotoğraf makinesini bütün ayrıntılarıyla çok iyi öğrenirdi. Fotoğrafçı çok iyi bir gözlemciydi. İzler, ayrıntıyı fark eder, farklı bakış açılarını araştırır, en uygun ışık şartlarında ve ‘o anda’ fotoğrafı çekerdi. Bu yüzden gözlemi iyi olan ve farklı bakış açılarına sahip olan insanlar için, iyi bir ‘fotoğrafçı gözü’ var, diye bir kavram kullanılırdı. Aslında bu sadece fotoğrafçılar için değil, hayatın her alanında bu farklılıkları gösterebilen insanlar için kullanılırdı. Ve hâlâ da kullanılıyor, kullanılmalı da.
Fotoğraf köşesini takip edenler bilirler, zaman zaman yukarıda yazdığım cümlelere benzer hatırlatmalarda bulunurum. Çünkü fotoğrafçılıkta gerçekten büyük bir dijital devrim yaşadık, yaşıyoruz. Gerçekten büyük kolaylıklara kavuştuk. Fotoğrafçılık süreçleri o kadar hızlandı ki, önemli bir işinizi birkaç dakika içinde bitirme şansınız var. Fotoğraf makinanız, cep telefonunuz ve internet bağlantınız varsa, bir fotoğraf veya video çalışmanızı saniyeler içinde dünyanın en uzak ucuna gönderebilirsiniz. Neredeyse ışık hızında sosyal medya kanallarında her anınızı paylaşmanızı saymıyorum bile!
Ama bu kadar teknolojik gelişmeye rağmen değişmeyenler de var. Yukarıda bahsettiğim, bakış açısı-fotoğrafçı gözü değişmedi ve değişmeyecek. Çünkü ne kadar çok fotoğraf çekme özgürlüğünüz olursa olsun, eğer fotoğrafçı gözüyle bakma hassasiyetiniz yoksa fotoğrafınız çoğunlukla sıradan olacak. Arada bir gerçekten güzel fotoğraflar çekeceksiniz ama bütüne baktığınızda hep o eksikliği hissedeceksiniz. Bunları şevkinizi kırmak için değil, farkınızı ortaya koymanıza yardımcı olacak fotoğrafçı gözüne sahip olmak için gayrete gelmeniz için söylüyorum. Bir de şunu hatırlatmakta fayda var. Dijital makineler o kadar ileri seviyelere ulaştı ki, artık video çekme özellikleri neredeyse video kameralarla yarışır hale geldi. Tabii bu da beraberinde bazı problemleri getirmedi değil. Artık dijital fotoğraf makinesi dendiğinde akla gelmesi gereken onlarca özellikten bahsetmek mümkün. Bu özellikleri tanımak, etkin bir şekilde kullanabilmek, doğru fotoğrafları çekebilmek için oldukça önemli. Bu bakımdan fotoğraf makinemizin özelliklerini en ince ayrıntısına kadar öğrenmek ve kullanmak ilk yapmamız gereken işlerden birisi olmalı.
Bu yazıyı yazmaya Saliha Gök’ün gönderdiği iki fotoğrafı gördükten sonra karar verdim. Fotoğrafları işleyiş tarzı hemen ilgimi çekti. Çünkü konuyu ele alışı, olaylara bakış açısı ve fotoğrafçı gözü fotoğraflar üzerine belirgin şekilde sinmişti. Salıncağı yakın planda gösteren fotoğrafta; söğüt dallarının ipe dolanarak, sanki salıncağın ağacın doğal bir uzantısıymış gibi gösterilmesi, arka zeminin flu yapılarak ön plana çıkarılması hep bu ‘gözün’ incelik arayışları… İkinci fotoğrafta geniş bir kadrajla ağaçla birlikte salıncağı göstermek ise farklı bakış açılarını ve tatlarını arayışın bir sonucu olarak karşımıza çıkıyor…
Enes Aral’ın yel değirmeni fotoğrafı da yazının başından beri anlatmaya çalıştığımız fotoğrafçı gözünün izlerini taşıyor. Yel değirmenini, güneşi yerleştirdiği noktalar, kadraj, çekim zamanı ve fotoğrafı çektiği yer özenle seçilmiş. Zaten fotoğrafın bu kadar çarpıcı görünmesini sağlayan da bu seçimler. Bu seçimlerin özenle yapılmadığı fotoğrafların zaten sıradan olacağını unutmamak gerek.
Seyfullah Kumru’nun karanlıkta çektiği mum fotoğrafı da dikkatli bir gözün ürünü olarak karşımızda. Kardeşimizin diğer fotoğraflarını da göz önüne aldığımda özenli ve yenilik peşinde arayışlarının iyi sonuçlar verdiğini hemen söylemeliyim. Yakın planda görünen damlamış mum lekeleri arkadan gelen hafif ışıkla ciddi bir derinlik kazandırmış fotoğrafa.