“Çağıran var da çağrılan hasta. Dünya İslam’ı çağırıyor. İslam canlı ayakta. Müslüman hasta.”
Şiirlerindeki kuvvett en dolayı ona ikinci M. Akif dediler... İlim, edep ve irfan şahsiyeti… Hatıraları, yakın geçmişimiz içim “şifre çözücü” ve geleceğimizi tayinde “yol gösterici”dir…
İlim, hicret ve komşuluk… Konya, Mısır, Medine… Hayatının üç dönemini böyle özetlemek mümkündür sanırım.
1922’de Konya’nın Sakyatan köyünde doğar, babaannesinin arzusuyla ismini Ali koyarlar, Ulvi’yi daha sonra kendi eklemiştir, “bu kelimeyi çok seviyordum, on beş yaşlarındayken sürekli önünden geçtiğim bir zücaciye dükkânının ismiydi” der. Şiirlerinde mahlas olarak da bu ismi kullanır… Konya’nın manevi mimarlarından ve Konya’da İslami uyanışın öncülerinden olan, şu anda adına dev bir külliyenin bulunduğu Hacıveyis-zade Mustafa Kurucu Efendi’nin yeğenidir.
Kur’an’sız Okul Zulmett ir!
Üstad Ali Ulvi Bey ilkokuldayken, dedesi bir gün mektebin önünden geçer, kız-oğlan karışık, kadın-erkek muallimlerle voleybol oynuyorlarken görür. Dedesi Ali Ulvi’yi çağırır ve “programınız nedir?” der. Derslerini saydıktan sonra “Kur’an yok mu?” diye sorar. Olmadığını, yalnız dördüncü ve beşinci sınıfl ara Kur’an dersi olduğunu söyleyince, dedesi “pekâlâ” der. Ali Ulvi çıkar. Dedesi, ninesine ağlayarak “Muhsine, bu çocuk pınarın başında susuzluktan ölecek, yazık yahu, ben neslimden, hafı z-ı Kur’an’lığın bu kadar çabuk kesileceğini tahmin etmezdim. Çok erken oldu, yahu Muhsine, sinesinde Kur’an olmayan bir insan kabirde gibi karanlıktadır. Kur’an nurdur, ışıktır, feyizdir. Kur’an’sız bir okul zulmett ir, karanlıktır, bu karanlık mektep çocuğa ne verecek?” der ve ağlayarak gider.
Dedesinin duasının bir tecellisi olarak erken yaşlarda hafı zlığa başlar, zekası yüksektir, güzel seslere karşı özel ilgisi vardır, sesinin onlar gibi olmasını arzular. İstediği gerçekleşir, Kapu Camisi’nde baş hafı z olur, ziyafetler verir.
Ezanın Türkçe okutulduğu, camilerin ahıra çevrildiği, Halk Partisinin oluşturduğu hegemonik yılları; sabah ezanı okunmadan evinden mescide gelen imamın ve o saatt e camiye Kur’an okumaya gelen çocukların gördüğü baskı ve yasakları görmüş ve yaşamıştır Ali Ulvi Kurucu.
Hicret
18 yaşındadır Ali Ulvi, baskılar çok yıldırıcı gelmiştir, ilim tahsilini istediği gibi yapamıyordur, istişareler yapılır, hicret kararı alır babası... Üstadın hayatı, İslam dünyasının o zamana kadar görmediği bin bir inkılapla sarsıldığı ‘kış günleri’ne rastlamıştır. Zor zamanlar da yaşamıştır. Fakat dönemin siyasi ve manevi iki büyük merkezinde yaşayarak, olayları yakından takip etme imkanı bulmuştur.
“Hicret güçtür. Ateşten bir göm lektir” der. Zor bir sürecin sonunda, 16 yıl vatan hasreti çekeceğinden habersiz Mısır’a yerleşir ve El-Ezher’e başlar, Mustafa Runyun ile oda arkadaşıdır, Zahidül Kevseri ise hocasıdır… Kahire’de, olaylara bir anlam verilemiyor “Müslüman Türk’ün gülecek günü yok, birileri tarihlerine efsane uydururken bunlar Fatih’in türbesi kapalı tutuyorlar, hayret!” deniliyordur.,
Tahsilinin bitmesine bir yıl vardır, babasının vefat haberini alır, Medine’ye ailesinin yanına gitmesi gerekir, fakat Üstad’ın ilim tahsili bir ömür devam eder… Kalan hayatını da Medine-i Münevvere’de geçirir. Türkiye’den gelenlere burada yardımcı olur, kütüphanede çalışır, yine değerli şahsiyetlerle bir arada bulunur, feyz alır, feyz aktarır…
İşte Cüzdanım Başka Bir Şeyim Yok
1945 den sonra İslami faaliyetler nispeten rahatlayınca, din adamları ve dava adamları yetiştirmek gayesiyle İmam Hatip okulları açılır. Konya’da da büyük bir okulun açılması için, Üstad’ın amcası Hacıveyiszade Mustafa Efendi, Aziziye Camisi’nin minberinden halka hitaben: “Bu mekteplere yapılacak yardım dinimizedir” der ve cübbesini çıkarır “ben bu cübbemi veriyorum, başka bir şeyim olsa da verirdim” diye devam eder, ardından “işte cüzdanım, başka bir şeyim yoktur” diyerek cüzdanını da fı rlatıp atar, halk galeyana gelir ve verdikçe verir, verdikçe verir…
Hacıveyis-zade: “Allah’a yemin ederim ki, bir talebenin yetişmesi uğrunda bin münafı ğın kahrını çekerim” demişti ve hep beraber çekmişlerdi…
Üstad, Hz Peygamberi birkaç defa rüyasında gördüğünden bahseder, birinde; İbn-i Abbas’ın “Söylenecek söz, zamana ve zemine uygun olmalıdır” görüşü hakkında zihninde bir soru işareti belirir: “Acaba Rasulullah (sav) bu sözü işitselerdi, tasvip mi ederdi, tashih mi ederdi?” Cevabını o gece Efendimiz’i (sav) rüyasında görerek alır: “Hüküm önce nebilere aitt ir sonra velilere, Abdullah İbn-i Abbas da o velilerdendir.”
Hatıraları için, yakın tarihimize dair “şifre çözücü” ve geleceğimizi tayinde yol gösterici bir eser olduğu söylenir.
Hatıraları çok canlıdır Üstad’ın; çocukluğunu, gençliğini, isimleri, mekanları ve olayları gayet iyi hatırlar. Zira sıradan bir hayat yaşamamıştır. Bazen Hacıveyiszade Mustafa Efendi’nin tavsiyelerini dinlemiş, bazen Mustafa Sabri Efendiyle sisteme karşı muhalefeti konuşmuş, bazen Hasan el Benna’nın gayretini bizzat görerek hayran olmuş, bazen da M. Akif’in yakın bir dostundan onu dinlemiştir. Bazı geceler rüyalarını Efendimiz (sav) süslemiş, bazen da Bediüzzaman gibi değerli isimler… Bazı zamanlarda ise (Buhari okumanın maneviyatı diye açıklar) aruzla “Levlake Ya Muhammed” “Ayasofya” gibi şiirler dökülür kaleminden…
Hatıralarım
Ertuğrul Düzdağ beyin, Medine’de iki ay üstad ile yaptığı sohbetlerden 75 saatlik kayıt, buradan da bin üç yüz sayfalık doküman çıkar, Metin Karabaşoğlu’nun yardımıyla 3 ciltlik Hatıralarım (Kaynak Yayınları) isimli eser oluşur.
Hatıralarım kitabı “okunduğu zaman insanın hayata bakışını değiştirecek olan bir eser sunulduğunu söylemek isterim” cümlesiyle başlar. Hatıraları için, yakın tarihimize dair “şifre çözücü” ve geleceğimizi tayinde yol gösterici bir eser olduğu söylenir.
1987-1990 yıllarında Zaman Gazetesi’nde “Nurlu Belde Medine’den” başlığı altında çıkmış yazıları daha sonra “Gecelerin Gündüzü” adıyla kitaplaştırılır… Bediüzzaman’ın “Tarihçe-i Hayat”ına önsöz yazması istenir, “Medine-i Münevvere’de bulunan mühim bir alim tarafı ndan yazılmıştır” şeklinde not düşülür önsöze, bu ibarenin konulmasını Bediüzzaman istemiştir.
Altınoluk Dergisi’nin “Dünya İslam’ı çağırırken, Müslüman çağa hazır mı?” sorusuna “Hazır demek kolay değil. Çağıran var da çağrılan hasta. Dünya İslam’ı çağırıyor. İslam canlı ayakta. Müslüman hasta” der…
Seksen yıllık hayatının ilk on sekiz senesini bir Konya çocuğu olarak geçirdikten sonra Mısır’da tahsil için 6 yıl kalır, ardından Medine’de elli altı yıl yaşayarak 3 Şubat 2002 tarihinde orada vefat eder. Üstad Ali Ulvi Bey’in hayatında bizler için ibretler vardır, tüylerimizi diken diken eder hatıraları. Zor zamanları birinci ağızdan dinler, hamdimizi artırırız. İslam’ı yaşama hassasiyetini görür tevbe kapısına sığınırız. Havf ve reca arasında olmaya sevk eder bizi… Bu büyük insandan öğrenecek çok şeyimiz var. Allah rahmet etsin. Amin…