“Zaman çok çabuk geçiyor, hiçbir şeye fırsat kalmıyor, işte bak akşam oluverdi” konuşmalarını çok dillendiren bizler, demek ki zamanın, suyunu çıkardığı insanlardan oluvermişiz demek değil mi?
Nasıl geçtiği ile ilgilenmek için 20’li yaşları aşmak gereken bir kavram zaman. Çok hızlı geçtiğini fark edip bir şeyler yapmalı telaşının sarması için ise 30’lu yaşlar gerekiyor.
Önceleri arkadaşlarla havadan sudan konuşmak hayat iken, diziler, bilgisayar oyunları, kim kime bakmış, ne demiş, derken kaşını mı kaldırmış, boynunu mu eğmiş; hangi renk hangisine gider, moda ne vs konuları ile günler ve hatta yıllar harcanırken kolayca, yaş ilerledikçe etrafta akan bu hızlı nehirden kafasını şöyle bir yukarı kaldırmak ihtiyacı hissedilir. Zamanın öğütücü çarklarına bir çözüm bulmak ister insan.
Bu alanda yazılmış kitaplar, yapılan seminerler var. İnsan bu çarklar arasında ezilmek istemediğinde bir çözüm bulmak için uğraşmış. Zamanın manasına vakıf olan insan, zamanın da üstüne çıkabilecektir. Onun bize hakim olması, bizim ona hakim olmamız şeklinde değişebilir. Bunun en güzel kanıtı, zamanın sakin sakin, santim santim geçmesidir derler. Burada dank diye bir balyoz iniyor kafalara. “Zaman çok çabuk geçiyor, hiçbir şeye fırsat kalmıyor, işte bak akşam oluverdi” konuşmalarını çok dillendiren bizler, demek ki zamanın, suyunu çıkardığı insanlardan oluvermişiz demek değil mi?
Zaman anlamının imar edilmesi için çeşitli referanslar olduğunu öğrendim. Zaman benim için her zaman hassas bir konu olmuştur. Ve tabi ki özellikle 20’li yaşlardan sonra. Bu bilgi benim için cansuyu gibi oldu. O nedenle büyük bir şevkle GENÇ okuyucuları için de paylaşmak büyük mutluluk.
İlki eski ahbapları ziyaret etmek. Siz küçükken tanıdığınız bir teyzeyi, amcayı, eski bir komşuyu görmek. Hatıralarınızda genç yağız bir delikanlı mesela o komşu, akraba. Ama şimdi 20 yıl sonra görüyorsunuz ve değişmiş, yağız delikanlının yerine yaşlıca bir adam gelmiş. Saçlar kırlaşmış, bel bükülmeye başlamış. Zamanın hızlı geçişi ve sonucu için şuuraltında bir imaj yerleştirilmiş, bir farkındalık kazandırılmış oluyor.
Yine bu minvalde yaşlıları ziyaret etmek gerekiyor. Peygamberimizin (sav) akraba ziyaretinin ömrü uzattığına dair hadisi malumunuz. İşte deniliyor ki burada ömrü uzatma, zamanın kıymetini bileceğin için ömre yansıyan bir berekettir, iyi kullanma, israf ederek harcamamadır. Sen çocukken seni kucağında taşımış amcan, şimdi torunlarını bile kucağına alamayacak kadar halsiz düşmüş. Masal kahramanı bir dev gibi, kapıları kaplayan deden şimdi seni bile zor tanıyacak hale gelmiş.
Bir başka madde ise kendinin bebeklik, çocukluk fotoğraflarına bakmak. İmar, ömür, tamir.. Hepsi aynı kökten ya, sen de nereden nereye geldiğini gördüğünde, kendini sadece bugünde yaşayan bir genç olarak ayakları havada, aklı havada biri olarak görmediğinde, geçmişin ile bağını koparmadığında, geleceğin nelerle gelebileceğini fark ettiğinde bir elin geçmişte, biri gelecekte, ömrünü imar etmeye adım atmış olacaksın.
Ve tarih kitaplarını çok okumak. Bizim gençlerimiz arasında en sevilmeyen derslerden biridir tarih. Sıkıcı ve yalan yanlış metinlerle dolu bir kitap, bir de dersi yaşıyor gibi anlatmayan hocalarla ne kadar keyifli olabilir ki? Halbuki Kur’an-ı Kerim’in de üçte biri tarih değil midir? İbret alalım diye eskilerden anlatılmaz mı? Geçmişini bilmeyenin geleceğinin de olmayacağını anlatan sloganımız çok. Fakat icraat olarak tarih sevmeyen, kasıtlı olarak sevdirilmeyen bir milletiz belki de. Dünyada tarihi çok okuyan, tarihine sahip çıkan milletlere bakın, ne demek istediğim daha net anlaşılacaktır.
Burada belki de pratik bir tarih okuma metodundan bahsedebiliriz. Her ne kadar yanlı bir bakış açısı muhakkak olacaksa da en azından iyi ve keyifli bir başlangıç yapmak için ideal olabilir: Hatırat Okumaları. GENÇ bu konuda da güzel bir çalışma başlattı. Bereketli olur inşallah. Darısı hanımların, diğer illerdeki gençlerin başına. Tarihimizi de bilelim ki zamanın manası oradan da beslensin…