Uzun zamandır yazmayı hayal ettiğim bir yazıydı bu. İnsanımızın ahlâki düşüşünü, inanç dünyasındaki tahribatı, maddi ve manevi değerlerinden kopuşunu, şarkıların şahitliğinde anlatabilir miyim diye hep düşünürdüm... Bu eskimeyen şarkılarımızı ne zaman dinlesem, gönlüme bir takım ilhamlar doğar ve kendi içimde bu sorunun cevabını arardım.
Hangi kitapları okuduğu, nelere güldüğü ve hangi tür müzik dinlediği, bir insanın karakterine dair ipuçları verirmiş. Belki bu üçlünün son iki tanesi bir insanın ahlâkî seviyesini de göstermesi açısından son derece mühimdir.
Uzun zamandır yazmayı hayal ettiğim bir yazıydı bu. İnsanımızın ahlâki düşüşünü, inanç dünyasındaki tahribatı, maddi ve manevi değerlerinden kopuşunu, şarkıların şahitliğinde anlatabilir miyim diye hep düşünürdüm... Bu eskimeyen şarkılarımızı ne zaman dinlesem, gönlüme bir takım ilhamlar doğar ve kendi içimde bu sorunun cevabını arardım.
Türedi şarkıcılar kulaklarımı her tırmaladığında “Ah bu şarkıların gözü kör olsun” diyen Avni Anıl’ın serzenişini biraz haksız bulmaya başladım.Bence bu çok erken yapılmış bir sitemdi. Günümüz şarkılarıyla kıyaslarsanız, bir âyin edasıyla dinlediğiniz o eski şarkıların insana derûnî bir huzur verdiğini hissedersiniz. Lâkin bu gün piyasaya müzik diye sürülen “kökü kuruyasıca” saçmalıkları Allah’tan korkmadan, kuldan utanmadan dinleyebiliyorsanız, inanın bu size ayıp olarak yeter de artar bile…
Sevdiği güzelin gül yüzüne baktığı için duyduğu pişmanlıkla “ayıplama beni” diyerek yârinden af dileyen, “ettiğim hatayı, günahımı bağışla ey güzellik Sultanı” diyen âşıkın sâfiyetine bir nigâh edin: Ruhsârına aybette nigâh ettiğimi Gözyâşı döküp nâle vü âh ettiğimi Ey Pâdişeh-i hüsn terahhum çağıdır Affeyle ki bilmişem günah ettiğimi Peki şu çirkin nağmelerin pespâyeliği mümkün müdür ki aynı milletin evlatlarından sadır olsun?
Doya doya seviş benimle hadi Açık saçık konuş benimle hadi Buram buram yaseminler tüterken Alev alev tutuş benimle hadi
Bu edepsizliğe buram buram tüten yâseminler şahitlik ederken, Münir Nureddin’in nağmelerinde çılgın bir bülbülün îlân-ı aşkına muhatap olup da “utanarak sükût eden bir gül” bulursunuz:
Dil uyur mest olarak yâr-ı dilârâ söyler Gül susar şerm ederek bülbül-i şeydâ söyler
Konuştuklarını merak edip dinlemek isterseniz onlardan “açık saçık” şeyler değil güzel bir kıssa-i aşk dinlersiniz:
Şeb-i yeldâda uzar fecre kadar kıssa-i aşk Tâ ki Mecnûn bitirir nutkunu Leylâ söyler
Bir de şu şarkıyı dinleyin Ahmet Özhan’dan:
Kapat gözlerini kimse görmesin Yalnız benim için bak yeşil yeşil Gözlerin kimseye ümit vermesin Yalnız benim için bak yeşil yeşil
Bakışında bile bir iffet olan bir güzele mukâbil, Tarkan’ın şarkısında anlatılan şu “arsız” sizi tiksindirmez mi?
Takmış koluna elin adamını. Beni orta yerimden çatlatıyor. Ağzında sakızı şişirip şişirip. Arsız arsız patlatıyor.
Severse soldan silerse sağdan inersin hobba” diyor bak bir tanesi de… Hani insan sormadan edemiyor: “Sen taksi misin?”
Ne zaman şu şarkıyı dinlese insan, içinde derin bir tahassür uyanır:
Bir bahar akşamı rastladım size Sevinçli bir telaş içindeydiniz Derinden bakınca gözlerinize Neden başınızı öne eğdiniz.
Sakın bu şarkıyla coşan hissiyatınıza kapılarak güzel bir bayanın gözlerine derinden bakmaya kalkmayın! Zira alacağınız cevapla kendi derinliğinizde boğulabilirsiniz. Mesela şuna ne dersiniz:
Hiç bana bakma olmaz oğlan Başkasına yuvarlan
İnsanlar yuvarlanıp gidiyor ya artık, ha o, ha diğeri, zaten “hepsi bir” değil mi?
Ah dili sesi büzüşesiceler…
Bir zamanlar güzeller “bir özge can”mış. Buyurun şarkının devamını bir de benden dinleyin: Âşıklar levend olsa, Sevdâlar kemend olsa, Birbirine bend olsa, Ele geçmez o âhu. Lâkin “yolları gözlenen, yürekten özlenen” o “ele geçmeyen” güzellerin yerine bakın neler gelmiş:
Elimi sallasam ellisi Biri gider gelir birisi Ne sanmış bu kız kendini Bulamam mı zannetti Bulurum bulurum söyle O kıza selam söyle …
Yâriyle bir kereden başka buluşamayan âşığın ettiği sitemlere ve onu en azından rüyada olsun görmeye razı oluşuna bakar mısınız;
Gelmedin bir kereden mâdâ neden? Başka hiçbir şeyle gönlüm dolmuyor... Razıyım rüyada görsem gelmesen, Aşk yanan gözlerde gün hiç solmuyor. Uykusuz gözlerde rüya olmuyor…
Bir de şu şarkıdaki bomboş hislere bakın:
Aramazsan arama yar aramazsan arama Zaten merhem olmazsın sen benim gönül yarama”
Bu ne saçma sapan bir umursamazlıktır ki, seven hiçbir insana yakışmaz...
Âşığın içinde çırpınıp durduğu şu tereddüt hâlinin güzelliğine bakın bir de: Sevgilisine bir şey söyleyecek; ama “sarahaten” söylemeye cesareti yok. Nazından çekinir, hiddetinden korkar. Yâri insafsızdır “ya kızar konuşmazsa!...” Fakat içindeki ıstıraba yenik düşer ve ona ancak şunu diyebilir:
Desem ki ben seni pek çok… Sakın gücenme emi! Sakın gücenme eğer anladınsa sevdiğimi...
Şu şarkıda “hiç kimse dolduramaz kalbimdeki yerini” diyen âşıkın ayrılıktan duyduğu utancı hissedersiniz:
Söyleme bilmesinler bu aşkın bittiğini, Neden beni bırakıp terk edip gittiğini,
Bu da “sevgilisine titreyerek sarılıp” sabahı zor eden bir başka şarkıcı parçasının ayrılık sonrası hissiyatını ifadesidir. (Zannedersiniz ki iki iş ortağı ayrılıyor…)
Gideceksen eğer gelirim diyerek, Bir daha geri gelme! Elde ne varsa sende kalsın. Umurumda değil eller alsın! O kadar zararım olsun varsın... Geri hiçbir şey verme! Bir daha geri gelme
Neymiş? Umurunda değilmiş, eller alsınmış! Hâlbuki bu heriften bir nesil önce Necmi Rıza “Hangi kitap yazıyor ben sevem eller ala! Ölürem yâr yetîmem yâr garîbem yâr” diye göz yaşı döküyordu sevdiğinin ardından. İnsanımız ne zaman bu kadar “kitapsız” kaldı ki?
Belki de insanlar gerçekten sevmiyordur. Sadece şu şarkı bile artık sevenlerin maksadının “asılmak” ya da “sarkıntılık” olduğunu ispata kâfidir:
Bana ah çektirme aşk Eline düştüm elimle Nasıl güzelsin öyle Asılı kaldım sende
(Vay asalak vay! Daha insan olamadın mı sen zigot?!)
Şimdi ben, şu soruma cevap isterim. Bu denli seven ve kıskanan bir insan hayatını günümüz çağdaşlık anlayışıyla nasıl devam ettirebilir ki?
Saçın yüzüne değse telini kıskanırım Birine söz söylesen dilini kıskanırım Kıskanırım seni ben kıskanırım kalbimden Bu nasıl aşk Allah’ım öleceğim derdimden
Eskiden “gözlerinin rengi kadar kalbi güzel” olan “kız”ların bu gün artık “arabası var”dır, fakat “maalesef ruhu yok”tur. Zavallılar “kudur kudur baby” şarkısını dinleyerek çoktan kudurmuştur. “Çılgın, bir günlük hevese” dönüşen sevgililerin ardından da geriye bir şarkı kalır: “Boynuma dişini taktın takalı/Kanımda dengeler değişiyor.”
Bir başka kıskançlık şarkısında âşığın temennilerini gözden geçirdiğinizde ona şu tavsiyeyi yapasınız gelir: “Kardeş siz astronot olun, gidin ayda kendinize mutlu bir uzay üssü kurup mesut ve bahtiyar bir ömür sürün. Bu dünyada size yer yok.”
Aha da size güfte:
Gözlerinin içine başka hayal girmesin! Bana ait çizgiler dikkat et silinmesin! İstersen yum gözlerini tıpkı düşünür gibi. Benden evvel başkası bakıp seni görmesin!
Güzellerin sadece rüyalarda görüldüğü bir zamanda kim bilir rüyalar ne kadar güzeldi? Zekai Tunca’nın şarkısına inat, güzellerin sokağa düştüğü, teknolojinin nimetleriyle piyasa edildiği bu gün, hayat bile artık eskisi kadar güzel değil…
Yıldızlara baktırdım fallarda çıkmıyorsun Seni görmem imkânsız rüyalarım olmasa Pencereden bakmıyor yollara çıkmıyorsun Seni görmem imkânsız rüyalarım olmasa...
Hâlbuki İsmail YK gibi “İnternet kafeye” gidip “Facebook sayfasına” girse “Adını çılgın diye” verip “üye” olsa pek âlâ Zekâi Bey’de internetten bir güzel bulamaz mıydı?
Bulamazdı… Çünkü “artık bu solan bahçede bülbüllere yer yok. Bir yer ki sevenler, sevilenlerden eser yok!” Herkesin yalan sevgileriyle boy gösterdiği bir podyuma dönen dünyamızda artık sevgiler ve sevgililer üç beş gün giyilip sonra çöp sepetine atılıveren birer elbiseye dönmüştür: “Onun aşkı bana extra large… Giydim ama benim boyum kaç, benim kilom kaç, daha benim yaşım kaç.”
Eskiden “gözlerinin rengi kadar kalbi güzel” olan “kız”ların bu gün artık “arabası var”dır, fakat “maalesef ruhu yok”tur. Zavallılar “kudur kudur baby” şarkısını dinleyerek çoktan kudurmuştur. “Çılgın, bir günlük hevese” dönüşen sevgililerin ardından da geriye bir şarkı kalır: “Boynuma dişini taktın takalı/ Kanımda dengeler değişiyor.”
Geldiğiniz bu seviyesizliği ne kabullenebilir ne de inkâr edebilirsiniz. Ya bu şarkıları söyleyenler, dinleyenler, beğenenler bu milletin evlâdı olamaz, yahut da “Bana bir aşk masalından şarkılar söyle” isimli şarkı Türk Müziği repertuarından çıkarılmalıdır artık:
Seni sevdim diyebilsem ölürüm inan O güzel gözlere baksam eririm bir an
Şu iki şarkının sözlerini de hadi ben yorumlamayayım. Siz mukayese ediverin. Sadece güftenin zihninize getirdiği ilk düşünceler bile yeter benim için:
Üzülme sen meleğim gün olur kavuşuruz Ecel ayırsa bile mahşerde buluşuruz.
Bu da günümüz müziği:
Şeytan diyorki yanaş şuna Adını anma sataş şuna Deli kader seni karşıma çıkaracak mı bilen yok?
Alın size gönlünüzü kanatacak son bir iki şarkı daha:
Münir Nureddin’in “Söyle bana gözbebeğim, Dalım yaprağım çiçeğim” bestesinde veya Zeki Müren’in “Koklamaya kıyamam benim güzel manolyam” nağmelerindeki, İsmet Nedim’in “Arım balım peteğim, Gülüm dalım çiçeğim” diyen bestesinde, çiçek gibi zarif insanlar arzı endam ederken, şu şarkının mısralarını yazanın hangi insani hislere sahip olabileceği sorusuna bir cevap bulabilir misiniz? Bakın insanlar sevdiklerine neler deyip bir de bunu dillerine şarkı edinebiliyormuş.
Seni çöpe atacağım, poşete yazık! Bir sigara yakacağım, ateşe yazık!
Bir cemiyette ahlâk bir kere ayağa düşmeye görsün. Ayaklar yolunu bir kere şaşırmaya görsün! Bizlerin nereden nereye geldiğini, düştüğümüz içler acısı hâli en güzel ifade eden nağmeler de bence şu mısralarda saklıdır:
Bir eser kalmamış eski hâlinden, Yazık geçmez akçe, pula dönmüşsün! Hayâl mi gerçek mi gördüğüm bilmem? Elden ele gezen güle dönmüşsün…
Söyleyebileceğimiz son söz de şu olsa gerek:
“Maziye bir bakıver neler neler bıraktık!”