Barcelona para gücüyle Real Madrid gibi kulüpleri geçebilseydi, Xavi-İniesta-Messi gibi yıldızları belki de hiç seyredemeyecektik. İyi ki bu dünyada insanoğlunun her istediği olmuyor.
Açık ve net konuşayım, ben sporda transfere karşıyım. Hayatın vazgeçilmez bir gerçeği olması beni ilgilendirmez. Birileri yemeyip yedirecek, giymeyip giydirecek belli bir yere getirecek, sonra yetişene kadar ortalarda olmayan birileri gelecek, parayı bastırıp kendi takımında oynatacak. Olur efendim… “Sanki sana soran var, bal gibi oluyor işte” diyorsunuzdur. Siz de haklısınız.
İroni bir yana, tamamı altyapıdan kurulu bir takım dünyada son derece nadir görülen bir hadisedir. Hele üst düzey takımlarda görülme oranı iyice sıfıra yaklaşır. İçinde bulunduğu Bask bölgesinin dışından hiçbir futbolcu oynatmayan Atletic Bilbao istisna edilirse, sadece geride bıraktığımız sezon Barcelona takımı bir maçın yarısına yakınında 11 altyapı ürünü futbolcuyla oynadı. (Merak edenler için söyleyelim, 5-0 da kazandı.)
Altyapı işi meşakkatli ve sabır isteyen bir iştir. Ortalama taraftar –ki bu belki yüzde 90’dan fazlasına tekabül eder- her zaman her şeyin en iyisini ister. Takımı parlak bir transfer yaptığı zaman şampiyon olmuş gibi sevinir. Takıma uyum sağlarmış sağlamazmış, fiyatı ne kadarmış, kulübün bütçesini aşarmış çok da umurunda değildir. Altyapı sisteminin sağlıklı işleyip işlemediği de… Tabii teknik direktör seçiminde de aynı gerçekler söz konusudur. Barcelona 2008’de takımın başına eski futbolcusu Guardiola’yı getirdiği zaman homurdanmalar işitilmiş, genç teknik adamın bilgi ve deneyiminin koca kulübe yetmeyeceği iddia edilmişti. Kuşkusuz Barcelona taraftarları o günlerde akıllarından dünyanın en ünlü teknik direktörlerini geçiriyorlardı. Fakat Barcelona Guardiola’nın görev yaptığı 4 yılda tarihinin en başarılı dönemini yaşadı.
Bu meşakkatli ve sabır isteyen işe, genellikle transferle takım kurup başarılı olan hovarda kulüplerin arasına giremeyen kulüpler yönelirler. Mesela Barcelona da bir zamanlar dünyanın parasını harcayarak ünlü ve pahalı futbolculardan kadrolar kurar, yine ünlü ve kariyer sahibi teknik adamları takımın başına getirir, ara sıra maya tutarsa başarılı olurdu. Altyapı maltyapı hak getire… Sonra baktılar ki Real Madrid ile bu şekilde baş edemeyecekler, 1988’de Johann Cruyff’u takımın başına getirerek uzun soluklu bir çalışma başlattılar. İspanya’dan bağımsızlıklarını isteme noktasına varacak kadar Katalan olmalarına rağmen altyapıyı sadece yöre gençlerinden de oluşturmadılar. Başta Latin Amerika ülkeleri olmak üzere dünyanın muhtelif ülkelerinden de çocuk yaşta futbolcuları devşirerek ortaya bir altyapı efsanesi çıkardılar. Şahsen bu gelişmelerin hepsine şahit olmuşumdur ve 1992 senesinde Barcelona’nın televizyonda yayınlanan bir Avrupa Kupası maçında spiker maç dışı bilgiler verirken, “stadın hemen arkasında Barcelona’nın futbol okulu yer alıyor” dediğinde kahkahayı basmıştım. Ne işleri vardı bunların futbol okuluyla? Hiç de bu büyük değişimi geçirecek bir metabolizmaya sahip gibi görünmüyorlardı çünkü. İlerleyen yıllarda değişimi ve eşlik eden başarıyı görünce hem sevindim hem de şaşırdım tabii.
Kuşkusuz Barcelona bunların yanında pahalı transferler de yapmaktadır, onların da bazısı tutmakta bazısı tutmamaktadır. Bu itibarla, Barcelona Atletico Bilbao gibi kâmil manada bir altyapı takımı sayılamaz. Her iki kulüp de İspanya’da farklı birer kimlik iddiasındadır, ancak Bilbao kimlik iddiasını başarı iddiasından daha ön planda tutmaktadır. Barcelona da belki Bilbao gibi yapsa, bugünkü başarıları elde edemeyecekti. Mesela en büyük silahları olan Messi Katalan değildir, sırf Katalanları oynatsalar Messi orada oynayamayacaktı.
Avrupa’da halen dünyayı iyi tarayarak genç, hâttâ çocuk yaştaki yetenekleri bularak yetiştiren ve piyasasını bulunca yüksek fiyatlardan satarak büyük gelirler elde eden (Porto gibi) kulüpler var.
Futbol hayat gibi. O da bir tercihler manzumesinden oluşuyor. Tercihleriniz de her zaman sizin keyfinize göre şekillenmiyor. Barcelona para gücüyle Real Madrid gibi kulüpleri geçebilseydi, Xavi-İniesta-Messi gibi yıldızları belki de hiç seyredemeyecektik. İyi ki bu dünyada insanoğlunun her istediği olmuyor.