Ayşe Tunçayak
Hey sen… Nereye gidiyorsun… Sevdiğinden infak etmedikçe Hakka ereceğini mi sanıyorsun. Hem senin olan ne ki kendine saklıyorsun. Aşk bilmecesinin görünen yüzünden biridir infak… Bir Mevlana gibi haykırıyorum dallarımda kirazlarla: “Altın ne oluyor can ne oluyor, inci mercan da nedir? Bir sevgiye harcanmadıktan, bir aşka fada edilmedikten sonra…”
Hangi yılın yazıydı, günlerden hangi gündü bilmem. Ama o acınası zaman diliminden zihnimde arta kalanlar beni bu gün bile hatırladıkça yorar…
İşte o meçhul günde uzun zamandır görmediğim bir arkadaşımla hasret gidermenin verdiği mutluluğu yaşıyordum. Yeni kapandığım dönemlerdi. Hayatıma giren ışık huzmesiyle birlikte karanlıklardan yeni yeni sıyrılmaya çalışıyordum. Eski günler yad edildi. Şimdiki hallerden bahsedildi… Derken, sevgili arkadaşımın kapanma isteğinde olduğunu ama biraz tereddüt ettiğini öğrendim. Allah için yapılacak bu güzellik, beni de heyecanlandırmıştı. Yaşadığım şeylerden bahsedip küçük bir cesaretlendirme operasyonundan sonra içine bir de heveslendirme katma amaçlı “Benim kıyafetlerimden deneyebilirsin, hem sana nasıl yakıştığını görmüş oluruz” dedim. Başta ben olmak üzere kendisi de beğenmişti bu yeni halini. “Ama bu eşarp çok güzel, ben böyle şeyler bulamadım ki” demişti ardından.
Hani Allah’ın istediği şekilde tesettüre bürünmek, giyilen şeylerin güzelliğiyle alakalı değildi; ama biraz da hoşa giden şeyler, güç verirdi belki. İşte o anda içimde o eşarbı ona verme isteği uyandı. Fakat o benim de en sevdiğim eşarptı ve ben de yeni kapanan biri olarak bu halime o eşarpla alışmıştım. İçimde bir savaş başlamıştı. Hem de kıyasıya bir savaş… Arkadaşım bu savaştan habersiz aynanın karşısında kendini inceliyordu. Sonrasında zaman nasıl geçti hatırlamıyorum. Ben bu sancı içinde kıvranırken o: “Ben artık gitmeliyim geç oldu, inşallah tekrar görüşürüz” dedi.
Ve karşımda bir kiraz ağacı… Yine aynı günün tan vakti… Şöyle bir baktım ki dallar kiraz fışkırıyor sanki. Hafif de rüzgâr estikçe narince sallanıyorlar. Ben dalıp gidince sessizce şunları fısıldadı kiraz ağacı bana:
“İşte görüyorsun dallarımda kirazlar… Göze hoş, dile hoş gelir. Ve ben verdikçe çoğalır, sundukça güzelleşirim. İşte budur benim var olma sebebim. İnsanlar yeyip de can buldukça coşar eğlenirim. Kurur giderim diye endişelenmez, Rahmeti Rabbimden beklerim. O rahman ki her çatladığımda gönderir yağmuru, iliklerimde hissederim. Olur da bir gün göndermezse, bu da benim hayrımadır derim. Zaten ne kadar ki ömrüm eninde sonunda Rabbimedir dönüşüm. Hem ne bana aittir ki kendime saklayayım. Tadımı veren meyvelerimi bahşeden yine mevladır.
Hey sen… Nereye gidiyorsun… Sevdiğinden infak etmedikçe Hakka ereceğini mi sanıyorsun. Hem senin olan ne ki kendine saklıyorsun. Aşk bilmecesinin görünen yüzünden biridir infak… Bir Mevlana gibi haykırıyorum dallarımda kirazlarla: “Altın ne oluyor can ne oluyor, inci mercan da nedir? Bir sevgiye harcanmadıktan, bir aşka fada edilmedikten sonra…”
Sonrasında derin bir sessizliğe gömülüyor kiraz ağacı. Sessizliğe gömülen ben miydim kiraz ağacı mı bilmiyorum tabii. Sonra birkaç ayet çınlıyor kulaklarımda: ““De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size Allah`tan, Resûlünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah, emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fâsıklar topluluğunu hidayete erdirmez”(Tevbe 24)”
“Allah yolunda mallarını harcayanların örneği, yedi başak bitiren bir dane gibidir ki, her başakta yüz dane vardır. Allah dilediğine kat kat fazlasını verir. Allah`ın lütfu geniştir, O her şeyi bilir. Mallarını Allah yolunda harcayıp da arkasından başa kakmayan, fakirlerin gönlünü kırmayan kimseler var ya, onların Allah katında has mükâfatları vardır. Onlar için korku yoktur, üzüntü de çekmeyeceklerdir.” (Bakara 261-262)
Eğer hiç yoksa aşka aşık bir yolcuysam bu dünyada elbet sevdiğinin haliyle hallenmeli insan… Vereceğimiz şey, büyük küçük demeden vermeli canı gönülden. O âlemler sultanı da veda hutbesi için dikilen cübbeyi, beğenen fakir birine vermemiş miydi? Sonra yine yamalı cübbesini giymişti güzeller güzeli…
Küçük bir dersti hayatımda bana infakı anlatan ve bu dersi Rabbim vermişti bana. Herkesin yaşamında olduğu gibi ilgileniyordu bizimle, konuşuyordu gahi hacerden gahi beşerden… Ama konuşuyordu. Ve hiç vazgeçmiyordu bizden.
Haa, sonra o eşarba ne mi oldu? Hemen söyleyeyim akıbetini. Çok ama çok kısa bir süre sonra ütülenirken yandı…
Sev… Gönlünü ver… Sonra sevdiğine kendin de dâhil her şeyini ver… Ki vuslatın tez olsun…
Ey kardeşim bana da gönünden küçük bir dua sun.