Yusuf Deren
“Haber değeri”, “köşe yazarlığının tarihsel gelişimi”, “outsourcing”, “editoryal bağımsızlık” gibi konularda söyleyecek bir şeylerim olmadığı için lafı kısa keseceğim. Bence bu ülkede mortgage brokerı, yaşam koçu, sağlıklı yaşam uzmanı, guru, ceo, gurme (tat bilir!), piyanist şantör filan varsa köşe yazarı da olmalıdır. Hatta istedikleri her konuda yazabilmelidirler.
Diyelim ki bir fabrikada çalışıyorsunuz ve ürettiğiniz her on üründen biri hatalı. Bu, hata oranınızın yüzde on olduğu anlamına gelir ve bu oran işten atılmanıza kâfidir. Bu birçok işte böyledir, yüzde on çok ciddi bir yüzdedir çünkü.
Köşe yazarlığında ise bu tür bir oran kesinlikle yoktur. Hatta öyle anlaşılıyor ki köşe yazarının hata yapanı, isabetsiz yorumlar ve kehanetlerde bulunanı makbuldür.
Örneğin bir köşe yazarı seçimlere üç gün kala, sonuçların ne olacağı üç aşağı beş yukarı ortaya çıkmışken “ufukta koalisyon gözüküyor” diyebiliyorsa bu adam ya muz cumhuriyetlerinin birinde muhtardır ya da hiç dayak yememiştir.
Veya bir başka köşe yazarı Cumhurbaşkanlığı için herkes Abdullah Gül’ün adını telaffuz ederken “Çok sağlam tüyolarım var, göreceksiniz Mehmet Sağlam olacak AKP’nin (Çevirmen notu: Ak Parti) adayı” diyorsa ve aday olarak Abdullah Gül açıklandıktan sonra kulağının üzerine yatmayı, pişkinlik yapmayı tercih ediyorsa, bununla da yetinmeyip Gül hakkında medyada başlatılan her türlü tezvirat ve iftiranın bayraktarlığına soyunuyorsa, bu durum, ülkedeki köşe yazarlığının aslında ne kadar ciddiyetsiz, ne kadar “ya tutarsa” mantığıyla icra edildiğini gösterir ki, gerçekten üzücü…
Çok da eski olmayan bir tarihte Ahmet İnsel “Köşe Yazarının Hikmeti” başlıklı bir yazı kaleme almıştı. İnsel, tamamını internetten okuyabileceğiniz söz konusu yazısında şöyle diyor:
“Köşe yazarlığı bir tür serbest kürsü sahipliği olarak tanımlandığı ve vitrinin önüne bu çıkarıldığı için, üst bir mertebe olarak algılandı. Genç bir kadın gazetecinin mesleğine yeni başlarken sevincini dile getirmek için, "Anneciğim, düşünsene şimdi benim de köşem var" diye köşesinde haykırması boşuna değildi. Dilediğini yazmak, yüksek sesle düşünmek ya da sayıklamak, konu bulamadığında bir gece önceki yemeği ya da gezmeyi anlatmak özgürlüğüne sahip bir dolgu sorumlusuydu artık. Üstelik o bir köşe yazarıydı, sözünün ağırlığı vardı. Yaptığım ucuz bir benzetme belki ama, bu köşecilik mertebesinin, iktisadi büyümenin köşe dönmek, iktisadi rekabetin köşe kapmak olarak algılanmasıyla bir ilişkisi var gibi geliyor.”
Ahmet İnsel oturmuş ve köşe yazarının gerekliliği üzerine uzunca bir yazı yazmış. Görüşlerini haklı gerekçelerle de gayet güzel ifade etmiş. Bense “haber değeri”, “köşe yazarlığının tarihsel gelişimi”, “outsourcing”, “editoryal bağımsızlık” gibi konularda söyleyecek bir şeylerim olmadığı için lafı kısa keseceğim. Bence bu ülkede mortgage brokerı, yaşam koçu, sağlıklı yaşam uzmanı, guru, ceo, gurme (tat bilir!), piyanist şantör filan varsa köşe yazarı da olmalıdır. Hatta istedikleri her konuda yazabilmelidirler. Ama kin cahillikle beslenince aşağıdaki gibi yazılar ortaya çıkabiliyor. Ben işte buna karşıyım:
“Öyle sıradan bir lokanta değil. Hürriyet`in ekinde bir ara en iyi on kebapçı arasında yer almış, Ankara`daki kebapçılardan biri.
İki katlı. Lokanta sahibi ikinci katı içki servisinin verildiği bir yer haline getirmek istiyor. Ne mümkün. O mümkün olmadığı gibi, başka garip şeyler mümkün hale geliyor.
Kebapçı revaçta, çok kalabalık, yemekleri lezzetli olduğu için, buraya sık sık bazı bakanların da yer aldığı AKP`li guruplar geliyor. O bakanların da yer aldığı guruplar, her sefer, "lokantada mescit nerede" diye soruyor. Yemeğe geliyorlar, namaz kılmak için mescit soruyorlar.
Lokanta sahibi bakıyor ki, olmuyor, içkili hale getirmek istediği ikinci kat, bırakın içkiyi, lokanta olmaktan çıkıyor ve mescide dönüşüyor.
Gelen AKP`li guruplar, sofradan kalkıyor, önce erkekler, arkadan kadınlar, lokantanın mescidinde gurup ve sıra halinde namaz kılıyor. Yemek yerken namaza gitmek, daha önce böyle bir adet var mı, sırf gösteri.”
Şimdi ben bu yazının neresinden başlayayım gerçekten şaşırdım. Yerimiz de kalmadığına göre hemen sıralayalım:
1) Bir kebapçının iyi olmasının ölçütü Hürriyet’in listesine girebilmesi değildir.
2) Gurup ayrı bir şeydir, grup ayrı bir şey. Bakınız: Türkçe sözlük (ler)
3) Özel teşebbüs istediği gibi dükkânını dizayn edebilir, buna kimse karışamaz.
4) Yazarın gösteri dediği namaz, en çok istikrar ve sabır gerektiren, dikiş tutturmanın epey çaba istediği bir ibadettir. Gösteri bile olsa icra edilmesi herkesin harcı değildir.
5) Sana ne!