Türkiye’de özgürlüklerin önünü açan, yaptığı köklü değişikliklerle statükonun tozunu alan iktidarı destekleyecek yeni bir dilin inşasına ihtiyaç var. Genç kuşakların siyasal iktidara paralel hatta siyasal iktidarın önüne geçebilecek muhafazakâr bir kültür ile temasa geçmesi zorunlu hale gelmiş durumda.
Gezi Parkı Olayları bir turnusol kağıdı oldu.” Bu cümleyi, olayların artık yatıştığı, perde arkasının yavaş yavaş aydınlatılmaya başlandığı, ilişkilerin deşifre edildiği bugünlerde sıkça duyuyoruz. Yani saflar netleşmiş durumda. Kimin nerede durduğu konusunda kafa karışıklığı yok.
Evet Gezi Parkı’nda, başlarda gerçek niyeti sadece ‘çevre’ olan kitleye yapılan sert müdahale, acemice kurgulanmış bir program dahilinde insanları sokağa dökmek için tetikte bekleyen bir takım kimseler için bulunmaz nimetti. İnternetime Dokunma eylemi ile başlayan, Emek Sineması ve İnci Pastanesi’nin kapanması ve benzeri birçok hadiseyle biriken öfke akacağı mecrayı arıyordu.
Halbuki her biri ayrı bir balon olan onlarca hadise öfkeyi daha da tetikliyor, suni korkularla besleniyordu. Oysa, internete herhangi bir kısıtlama getirilmiyor, İnci Pastanesi çağa cevap veremediği, Emek Sineması da müşteri bulamadığı için kapanıyordu. Fakat bir kitle, ki bu kitlenin kültürel kodlarına birazdan değineceğiz, bütün bu eylemlerin başrolünde yer aldı. Oluşturulmak istenen algı belliydi: “Yasakçı bir iktidar var. Başbakan despot!”
Bu kitle, Türkiye’de sınırlı bir çevreye hitap eden fakat etkisi tahminlerin çok ötesinde olan kültürel iktidarı elinde bulunduran, daha çok Beyoğlu ve Cihangir’de kümelenmiş popüler isimlerden oluşuyordu. Gazeteciler, reklamcılar, oyuncular, tiyatrocular burada bir cemaat mantığıyla hareket ediyordu. Gezi Parkı olaylarının fitilini ateşleyen, ‘mesele’nin ne olduğunu sokağa dökülmeye hazır kitleye duyuran, yalan haber ve provokasyonlarla halkı galeyana getiren de yine bu kültürün mensuplarıydı.
BÜYÜK BİR ÇELİŞKİ VAR!
Kapitalizmin bütün mecralarını sonuna kadar kullanan bu sol kırması kültürün, anti-kapitalist bir dil ile kaos ve kargaşa çığırtkanlığı yapmasının elbette bir sebebi var. Meselenin her yönüyle büyük çelişkiler barındıran bu kültür, Avrupa ve Amerika’da üretilen popüler kültür argümanlarını bile hazmedemeyecek kadar sığ. 15 gün süresince sokakları savaş alanına çeviren, kamu mallarını yağmalayan, kendi gibi düşünmeyen herkese şiddetle karşılık veren bu kültürün aynı zamanda ne hacimde bir üretkenlik içerisinde olduğunu da gördük. Arkalarına Türkiye’nin en büyük markalarının kampanyalarını yürüten reklam ajanslarını, metin yazarlarına almalarına rağmen akılda kalan tek bir slogan üretemediler. Kültürel solun bütün popüler figürlerinden destek almalarına rağmen, ne bir şarkı, ne bir film ne de zekice bir eylem ortaya koyamadılar.
KÜLTÜREL İKTİDAR NEREDE?
Ama bizim meselemiz başka. Türkiye’de on yılı aşkın süredir bir iktidar var. Bütün mecralarında rakiplerine kök söktürürken, muhalefeti tamamen bir mizah malzemesine dönüştüren, Türkiye’nin daha özgür, daha demokratik bir ülke olması için çalışan bu iktidar, maalesef kültürel olarak nitelikli ürünler ortaya koymakta zorlanıyor. Bugün, bütün camia ve toplulukların, 10 yıl öncesine göre daha geniş imkânlara, daha geniş kitlelere ulaşma fırsatı varken, artık yeni bir dilin ortaya koyulması gerekiyor. Gezi Parkı süreci, kitlesel iletişimin bütün mecralarında var olan, yayın yapan, dergi çıkaran, tiyatro sahneleyen, sinema filmi çeken, edebiyatla ilgili, tarihini bilen, coğrafyaya hakim, fıkhi meselelere kafa yoran bir kültürün inşasının gerekliliğini bir kez daha göstermiş oldu.
HAREKETE GEÇMELİ?
Kültürel olarak beslenemeyen siyasi hareketlerin uzun dönemde, tabanlarına sunacakları argümanların zayıflayacağı, kendini destekleyen geniş kitlelerin –özellikle gençlerin- taleplerini anlayamayacağı, onların dilini yakalayamayacağı aşikar. Bu sebeple, Türkiye’de özgürlüklerin önünü açan, yaptığı köklü değişikliklerle statükonun tozunu alan iktidarı destekleyecek yeni bir dilin inşasına ihtiyaç var. Genç kuşakların siyasal iktidara paralel hatta siyasal iktidarın önüne geçebilecek muhafazakâr bir kültür ile temasa geçmesi zorunlu hale gelmiş durumda. Bu kültürün oluşumuna katkı sağlayacak geniş bir bilgi hazinesi, onlarca hatta yüzlerce kez denenmiş pratik ve nitelikli insan gücünü bünyesinde barındıran büyük kitle olarak bizlerin ise yeterince zamanı yok. Şimdi acilen harekete geçme vakti!