Ayhan Gençoğlu
Sabah, ilkbahar, play;
Erkenden kalktınız ve oturdunuz bilgisayarın başına. O en sevdiğiniz oyun açılana kadar geçen saniyeler bir asır gibi uzadıkça uzadı. “bu sefer en iyi olacağım, iyi düşünüp taktik geliştireceğim” diyerek sabahın o nezih vaktine yakışmayacak bir hırsa büründünüz. Oysa dünya bu gün de ağır ağır dönerek yaşadığınız ülkeyi güneşe çevirdi ve güneş tüm ışığını aynı cömertlikle bıraktı üzerinize. Çok uzaklarda gezegenler yine birbirlerine dokunmadan “sema”larına devam etti. Yıldız kümeleri yaratıcının ol emri ile vuku buldu ve galaksiler uzay boşluğunda tespih taneleri gibi yerini aldı. Bu sabah da kuşlar nasiplerini aramak için erkenden uyandı, karıncalar toprağı ayrıştırdı, arılar polenleri taşıdı. Uykuyu felaha değişenler namazlarına koştu, fırıncılar ateşi harladı, taksiciler kontağı çevirdi, inşaatlarda ilk çekiç sesi duyuldu. Siz sadece birkaç dakikalığına oturmuştunuz bilgisayar başına. Tıpkı tufanın birkaç yağmur damlasından sonra gelmesi, fırtınanın hafif bir rüzgarla başlaması gibi. Bir ilkbahar mevsimin her sabahını bu masada devirdiniz.
Öğle, yaz, level-1
İlk bahaneniz “refleks geliştiren, zihni kuvvetlendiren, öğretim amaçlı olan oyunlar bunlar” şeklindeydi. Parmaklarınız gerçekten de üç dört hamleyi birkaç saniyede yapacak hıza erişmiş, zihin her duruma hazırlıklı hale gelmiş, hangi silah kullanılmalı, menzil uzaklığı ne kadar olmalı gibi fiziksel hesaplamaları kısa bir sürede yapmaya başlamıştınız. Sistemin en ince ayrıntılarına vakıf olurken bilgisayar başında beslenmekten potansiyel obez haline geldiğinizde, oyunda başarı çıtanız yükselirken beliniz iki büklüm olduğunda ve ekran filtresine inat gözleriniz şişip, morardığında; kendi haline bıraktığınız dünya sizi uyuşturucu tribinden yeni çıkmış bir keş gibi karşılarsa onlara kızmayınız. Bir tuş sizin için bir tetik, bir bomba, bir bonus, bir araba iken; hayat bir tuşa basmak kadar basit değildir. Azarladığınız annenizin gönlünü almak, geçip giden bir yaz mevsimini geri getirmek, az önce yağmış bir yağmuru yeniden izlemek için bir tuşa basmak kâfi değildir maalesef.
Akşam, sonbahar, level-2
Hadi diyelim ki; “ne yapıyorsam kendime yapıyorum, kimseyi ilgilendirmez” diye talihsiz bir cümle kurdunuz. Sonuçta bir oyun oynamaya yetecek kadar zekâsı olan insan eminim şunu da anlayacaktır. “Yok etmenin yolu bölmek ve parçalamaktır. Daha etkili olmak için parçalanan grup da parçalanmalı; insan insan ayrılmalıdır. Her insanın yönü başka tarafa çevrildiğinde ve kimse kimsenin yüzüne bakmadığında asıl yok oluş başlamış demektir.” Sonbaharda yapraklar yere döküldüğünde artık aynı ağacın yaprakları değildirler. Asli düşüncelerinizin, ideallerinizin, fikirlerinizin önüne geçen her heyecan ve hırs sizi ölü balık gibi suyun yüzüne vuracaktır.
Gece, kış, level-3
Her gün kapsül kapsül yuttuğunuz oyunlar en nihayet sizi tipik bir bağımlı haline getirdiğinde sürekli aynı olayı, kurguyu, sebep ve sonuçları düşünmekle oynadığınız oyunu içselleştirip, benimsediğiniz zaman artık o oyun sizin gerçeğiniz haline dönüşmeye başlar. Oyunun içinde yaşar, algı ve duygularınızı ona adarsınız. Bir eroin bağımlısının o maddeyi bulmak için her şeyini feda etmesi gibi sizde o oyunun içinde yaşamaya devam etmek için tüm sosyalliğinizi, bilgi ve becerilerinizi terk etmeye başlarsınız. Tıpkı bir alziamer hastası gibi çevrenizdeki herkes hasta olduğunuzu bilir ama siz başka bir dünyada yaşadığınızı kavrayamazsınız.
Game-over
Kapısını ve penceresini sımsıkı kapattığınız odanızda terk eden ve terk edilen bir varlık haline dönüşmeye başladıysanız; taze kırmızı üzümlerken sirke haline geliyorsunuz demektir. Azrail game-over demeden tüm bağımlılıklardan kurtulmak ümidiyle…