İslâm kardeşliği; bütün mü’minleri gönlün muhabbet iklîmine alabilmek, kardeşinin sevinciyle sevinip derdiyle dertlenmek, zor zamanında tesellî kaynağı olup gerektiğinde nefsinden fedâkârlıkta bulunabilmekle gerçekleşir.
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, hicretin sekizinci yılında bazı kabîlelerin Medîne’yi kuşatmak maksadıyla toplandıklarını haber almıştı. Bunun üzerine, içlerinde Muhâcir ve Ensâr’ın ileri gelenlerinin de bulunduğu 300 kişilik ordunun başına Amr bin Âs’ı (r.a.) komutan tayin ederek onların üzerine sefere yolladı.
Amr’ın kumandası altında yola çıkan mücâhidler, gündüzleri gizlenip geceleri yürüyerek, Medîne’ye deve yürüyüşü ile on günlük mesâfede bulunan Zâtü’s-Selâsil’e vardılar. Lâkin aradıkları kavme yaklaştıklarında Amr bin Âs, onların kendilerinden sayıca daha fazla olduğunu ve Müslümanlar için büyük bir yığınak hazırlamış olduklarını gördü. Bunun üzerine mü’minlerin hayatlarını tehlikeye atmamak için, hemen Peygamber Efendimiz’e bir elçi yollayarak yardımcı bir birlik talebinde bulundu.
Efendimiz de derhal Hazret-i Ebû Bekir ve Hazret-i Ömer’in (r.a.) de aralarında bulunduğu 200 kişilik yardımcı birliği Ebû Ubeyde bin Cerrâh komutanlığında gönderdi. Lâkin Ebu Ubeyde bin Cerrâh’a da Amr bin Âs’la görüştüklerinde hep birlikte hareket etmelerini ve aralarında aslâ anlaşmazlığa düşmemelerini emir buyurdu. (Vâkıdî, II, 770; İbn Sa’d, II, 131)
İki birlik buluştuğunda, aralarında komutanın kim olacağı hususunda bir müddet anlaşmazlık yaşandı. Zira Amr bin Âs, Ebû Ubeyde’ye hitâben:
“-Sizin de kumandanınız benim! Çünkü Rasûlullah’a (s.a.v.) haber göndererek bana yardım etmenizi, kendisinden ben istedim. Sen, ancak bana yardımcı olmak üzere geldin!” dedi. Ebû Ubeyde (r.a.) ise onun bu sözlerine:
“-Hayır! İş öyle değildir. Ben, kumandanı bulunduğum birliğin kumandanıyım, sen de kumandanı bulunduğun birliğin kumandanısın!” mukâbelesinde bulundu. Bu tartışma, Ebû Ubeyde’nin (r.a.) imam olup halka namaz kıldırmak istediği zaman yeniden tekrarlandı.
Bu hâdiseler üzerine Ebû Ubeyde, Amr bin Âs’ın “Sen ancak benim yardımcımsın!” diyerek direndiğini görünce, emri altındaki bazı sahâbîlerin bu hususta kendisine çıkışmalarına da aldırmayarak ona hitâben:
“-Ey Amr! Bilesin ki, Rasûlullah’ın (s.a.v.) bana en son sözü: «-Arkadaşının yanına varınca, birbirinize karşı itaatli olunuz! Aranızda anlaşmazlığa düşmeyiniz!» emir ve tavsiyesi olmuştur. Eğer sen bana itaat etmezsen, ben sana itaat eder, boyun eğerim!” dedi ve ona tâbî oldu. Böylece din kardeşi ile geçimli olmak ve İslâm kardeşliğinin herhangi bir zarara uğramaması için kendi hakkından ferâgatta bulundu.
Bu fedâkârlığı öğrenen Efendimiz ise:
“Allah, Ebû Ubeyde bin Cerrâh’ı rahmetiyle esirgesin!” diyerek ona duâ da bulundular. (Vâkıdî, II, 773)
İslâm kardeşliği; bütün mü’minleri gönlün muhabbet iklîmine alabilmek, kardeşinin sevinciyle sevinip derdiyle dertlenmek, zor zamanında tesellî kaynağı olup gerektiğinde nefsinden fedâkârlıkta bulunabilmekle gerçekleşir. Zira âyet-i kerîmelerde, bu husustaki emirler çok açıktır:
“…O hâlde siz (gerçek) mü’minler iseniz Allah’tan korkun, (mü’min kardeşleriniz ile) aranızı düzeltin, Allah ve Rasûlü’ne itaat edin.” (el-Enfâl, 1)
“Hep birlikte Allâh’ın ipine (İslâm’a) sımsıkı sarılın; parçalanmayın...” (Âl-i İmrân, 103)
Bu sâyededir ki mü’minler; asırlarca ırk, kavmiyet ve mezhep gibi farklılıklarına rağmen dâimâ birlik ve beraberlik içinde yaşamışlardır. Bu kardeşlik, fertlerin ve toplumların en büyük huzur, sürûr ve saâdet kaynağı olmuştur. Bu huzuru kaybetmek ise, ferdî ve ictimâî kayıpların en hazinidir. Lâkin zamanımızda maalesef menfî neşriyat, müstehcenlik ve aşırı tüketimi kamçılayan reklamlar ve onlarla yan yana yürüyen kontrolsüz basın, genç dimağları şaşırtmakta, yormakta ve âdeta narkoze ederek kendi kalıbına sokmaktadır. Diğer taraftan televizyon, internet ve modanın menfî ve yıkıcı tesirleri karşısında İslâm kardeşliği ve toplum huzuru büyük yaralar almakta ve îman bağı sanki bir hazâna yakalanmaktadır. Zira daha evvel, düşenin düştüğü yerde kalmasına göz yumulmaz, düşen elbirliği ile kaldırılır, sıkıntısı giderilerek insanlık haysiyeti içerisinde yaşaması temin edilirdi. Fakat günümüzde nefsânî hesaplar ve dünyevî menfaatler uğruna nice gönüller arasına dargınlık, kırgınlık ve soğukluk girmekte; böylece cehâlet, bencillik ve duygusuzluk neticesinde İslâm kardeşliği gitgide zayıflamakta, maddeye esir olmak sefâleti, gönüllerde İslâm’ın feyz ve rûhâniyetini âdeta eritip yok etmektedir.