Ağustos 2012 Yazı Atölyesine Gelen En İyi Yazı
Yazı Hakkında Metin Karabaşoğlu`nun Yorumu: Bir mutfak tecrübesinden tevbenin sırrına uzanan bir yazı kaleme almışsın. Yazı, dil ve kurgu olarak biraz daha geliştirilebilirdi; ama yazıya esas olan imgeyi gayet başarılı kullandığı ve sonuçta çok önemli bir hakikate buradan bir yol açabildiği için Ayın Yazısı olabilecek durumda gördüm yazını. Gayretle devam…
Mine Taşdemir
Dün gece bulaşık yıkamak için mutfağa girdim… Mutfağın dört bir köşesine yayılmış bulaşık tabakları, bardakları görünce nasıl çığlık atmadım bilmiyorum. O kadar dağınık bir görüntü vardı ki o manzara hala gözümün önünde. Korkunun ecele faydası yok dedim kendi kendime. Mavi fırfırlı önlüğü geçirdim boynumdan ve kollarımı sıvadım iş için.
Gecenin sessizliğini delen tek ses elimdeki tabak çanaktan çıkıyordu. Bu ses komşuları rahatsız etmesin diye muntazam bir özen gösterdim ses çıkarmamaya; ama pek başarılı oldum diyemem.
Bir yandan var gücümle bulaşıkları ovalarken öte yandan çok uzaklara daldım. Hayaller dünyasına konuk oldum dün gece. Bardakları, kaşık, çatalları yıkamıştım sıra tencerelerdeydi. Tencerelerden birinde muhtemel ki sütlü bir yemek pişmiş. Böyle söyledim; çünkü tencere beyaz boya kutusuna düşmüş gibiydi. Bu tencerenin hemen yanında, içinde yağı donmuş bir tava vardı… Kendi kendime herhalde bu gece mutfaktan çıkamayacağım ben diye söylendim. Hiçbir ev hanımının yıkamayı sevmediği türden; yağlı, sütlü , hamurlu bulaşıkları yıkamam gerektiği düşüncesi sinirlerimi bozmuştu.
Uykum da vardı ve yarın sabaha işe gidecektim. Söylene söylene elime aldım süt tenceresini, bulaşık leğenine daldırdım, bir de ne göreyim, süt bulaşığı tencere tertemizdi. Üzerinde ne süt lekesi vardı ne de başka bir leke… Halbuki tenceredeki lekeleri çıkarmak için henüz bir gayret bile sarf etmemiştim.
Meğer annem ben bulaşıkları yıkamaya başlamadan biraz önce, yıkamam kolay olsun diye tencere ve tavaları suda bekletmiş. Sütlü, yağlı en ağır bulaşıkların ekstra bir çaba istemeden pir pak olmasının sırrı buymuş…,Kararmış adeta ben yıkanmakla temizlenemeyecek kadar pisim diye haykıran tavalar da suya girer girmez bembeyaz olmuştu.
Yola çıktım. Hayal diyarına konuk oldum yeniden. Bir anda aklıma kararmış kalpler geldi burada. Kalpleri kaskatı iken birden yumuşayan, suya bandırılmış güzel gönüller, kızlarını diri diri toprağa gömen babaların, İslam için kanlarının son damlasına kadar çabalaması, Peygamberimizin(a.s) biricik amcasını öldürme vahşetine imza atıp, bu büyük hatasından ötürü eline nedamet sürahisini alıp, kana kana nedamet şerbeti içip, tevbe ile kendinden geçen yürekler, Allah ve Rasülü’nden af dileyebilmek için çırpınan yürekler ve diğerleri…
Zikir suyuna batırılan, günah sebebiyle kararmış bir kalp ile suya batırılan bulaşık bir tencere birbirine ne kadar da benziyormuş meğer… Birinde süt, hamur vs tencereyi bulaştırırken, kirletirken; diğerinde günahlar insan kalbini kire pise bulaştırıyor. Biri bulaşığı yıkayana zulüm iken, diğeri o kalbi taşıyana zulüm adeta…
Bu zulme karşı çıkmanın yolu da temizleyici maddeler kullanmak… Bulaşık bir tencere deterjanlar sayesinde tertemiz olabilir. Bulaşık deterjanı nasıl ki hemen sonuç veriyor tabağı, tencereyi kolayca temizliyorsa; Tevbe adlı deterjan da kalpteki kir pas için kullanıldığında bir o kadar hızlı ve olumlu sonuç verir.
Tevbe deterjanının ücretsiz olması, etkisinin her kullanımda güzel sonuçlar vermesi, isteyenin istediği kadar kullanmasının esas olması gibi bir çok güzel tarafı varken istenildiği kadar talep görmemesinin altında yatan sebep ise kalbimizdeki kirden haberimizin olmaması galiba… Unutuveriyoruz evimize misafir olan sevdiklerimizi ve bizleri Yaratan Yüce Allah’ın her gün kalbimize misafir olduğunu, kalbimize nazar ettiğini.
Unutuveriyoruz tevbe deterjanından her kullandığımızda kalemleri gıcırdayan Kiramen Katibin meleklerinin varlığını… Duymuyoruz yaptığımız her iyilikle el çırpan meleklerin mutluluğunu…
Halbuki bizlere timsal, zikre bandırılmış, tevbe deterjanıyla arındırılmış ne çok gönül var; Hazreti Ömer, Vahşi, Ebu Sufyan ve diğerleri gibi…
Önceden suya ıslatılan tencereleri de yıkayıp ortalığı topladığımda saat 02.00 idi. Bu aralar gıybetle, dedikodu ve sair günahlarla kirlettiğim kalbimi temizlemeye gelmişti sıra… Nereden başlamalı, nasıl başlamalı diye düşünürken kalbimi zikre çoktan ıslamıştım, günah lekeleri yıkayınca kolayca çıksın diye… Gözyaşlarım güzel yıkar mı, zikre batırılan kalbi mi diye düşünürken gözlerim tekrar saate kaydı. Ve vakit teheccüt vakti idi…