Ben ölmek istemiyordum aslında. Yani bütün hepsi ölmek için değildi. Sadece biraz uyumak istiyordum. Yılların verdiği yükleri üzerimden atayım veya taşıyabilecek kadar dinlenebileyim istiyordum.
17 yaşında henüz. Genç olma ve genç kalma özlemiyle türlü şekillere giren bir dünya insan varken ve bu komik insanlar gençlik özlemiyle avuçlar dolusu paralar harcarken o, gençliğin en taze, en nadide, en temiz günlerinde defalarca intihara teşebbüsten ruh ve sinir hastalıkları hastanesine yatırılmış. Kimi zaman çamaşır suyu içmiş, kimi zaman bileklerini kesmiş ve neticede son üç ay içerisinde 7 kez intihara teşebbüs etmiş.
Fazlasıyla ürkek bir çift gözün dikkat çektiği tertemiz bir yüzü var. Soruyorum “Herkes hayat mücadelesi verirken sen niye ısrarla ölüm mücadelesi veriyorsun”. Gülümsüyor, sorum komik geldiği için mi, yoksa ağlamaktan kurumuş gözleriyle ağlamak istediği halde ağlayamayıp, yerine gülmeyi seçtiği için mi anlayamıyorum. “Ben ölmek istemiyordum aslında. Yani bütün hepsi ölmek için değildi. Sadece biraz uyumak istiyordum. Yılların verdiği yükleri üzerimden atayım veya taşıyabilecek kadar dinlenebileyim istiyordum. Geçmişe dair ne yaşadımsa unutabileceğim kadar uyumak istiyordum. Ruhumda ve kalbimde iz bırakan bütün acılar silinene kadar gözlerim açılmasın istiyordum. Ama normal zamanda uyurken kabuslar görüyordum ve uyandığımda en büyük kabusum geçmişim ve bugünümle bütün hayatım önümde duruyordu. Bu yüzden daha fazla uyumak için bazen hap içtim, bazen çamaşır suyu. Her seferinde canım yandı, hem de çok yandı ama yaşamak daha çok canımı yakıyordu.”
Merak ediyorum hayatının taze baharında bu kızcağızın canını bu kadar yakan neler olmuştu. “Anlat” diyorum, “kendinden bahset biraz”. Başlıyor anlatmaya, o anlattıkça ben yoruluyorum. O anlattıkça ben üzülüyorum. O anlattıkça ben ağlamak istiyorum.
2 yaşında iken annesi trafik kazasında hayatını kaybetmiş. Kısa bir süre sonra babası başka biriyle evlenip çocuklarını akrabalarına dağıtmış. Bu kızcağız amcasına düşmüş. Amcası küçük yeğenine biraz baktıktan sonra başka bir aileye evlatlık vermiş. Kızcağız evlatlık verildiği ailenin yanında büyümeye başlamış. İlkokuldan sonra okumamış. Nedenini kendisi de bilmiyor. Sadece “okumadım işte” diyor. 16 yaşında iken evlendirilmiş. Eşi kendisiyle ilgilenmiyormuş. Doyurulması imkansız gibi zor olan yılların verdiği ilgi açlığından mı eşinin ilgilenmediğini düşünüyor yoksa gerçekten mi eşi hiç ilgi göstermemiş bilmiyorum. “Evlenince eşim beni sever, ilgilenir” umuduyla yıllarca ertelediği ilgi/sevgi açlığının eşi de farkına varmayıp, ihtiyaç duyduğu ilgiyi kendisine göstermeyince televizyonda gördüğü arkadaşlık hatlarından birini bulup onunla telefonlaşmaya başlamış. Uzun uzun konuşuyor, gün içerisinde onlarca kez mesajlaşıyormuş. Bir süre sonra eşi kendisinden şüphelenmiş ve eve gizli kamera koymuş ve her şey ortaya çıkmış. Sonuç olarak da tekrar evlatlık verildiği ailesine gönderilmiş. Aile olanlardan dolayı çevrelerine mahcup olmamak için kabul etmemiş kızcağızı ve 18 yaşından küçük olduğu için çocuk esirgeme kurumunun yurtlarından birine vermiş. Yurtlarda ilgi görmek bir yana itilmiş, kakılmış ve neticede hayattan kaçmak için intiharı en kısa ve kolay yol olarak görmüş.
Kalbi kırıklarla dolu zavallı genç kızın, kısa ama acı dolu hayatının kısacık hikayesi bu ve o şu an sadece uyumak istiyor. Ancak bilmeliyiz ki bizim böyle bir hakkımız yok. Yani o garip kızcağızla kendimizi karşılaştırdığımızda, hayatımızda yaşanmaya değer bu kadar güzellik varken uyumayı istemek gibi bir hakkımız yok. Kalbi kayıp bir toplum olmamak için vakit kaybetmeden, gece gündüz demeden içimizdeki kırık kalpleri bulup onarmak ve hayatımızın güzelliklerini onlarla paylaşıp yaşanmaya değer nice güzelliklerin hâlâ var olduğunu onlara göstermek zorundayız.