Stephen Hawking… Bazı görüşlere göre, yaşayan en büyük fizikçi. 21 yaşında kısaltılmış adı “ALS” olan, vücuttaki sinirleri felç eden ve tedavisi mümkün olmayan bir hastalığa yakalandı. Ancak bu hastalık, beyne ve beyin hücrelerine herhangi bir zarar vermiyordu. Hawking, bu sayede fizik alanındaki kariyerine devam etti ve söylediğimiz gibi, fizik ilmine birçok yeni katkısı oldu ve bu alanda sayılı isimlerden biri haline geldi.
Bugün, 70. Yaşına bastığıyla ilgili bir haber vardı basında. Ama ben, bu haberden çok, geçtiğimiz günlerde, kendisiyle yapılan bir mülakattan ve orada söylediği bir cümleden bahsetmek istiyorum…
Hawking, mülakatı yapan kişinin: “En çok ne hakkında düşünüyorsunuz?” sorusu üzerine, karşı cins cevabını vermiş ve “onlar tam bir gizem” demiş. Yetmiş yaşına giren, fizik kanunlarını hatmetmiş, kendi fiziği de kendisine bir imtihan olmak üzere ona vesile kılınmış bu zat, bu kadar ilimle uğraşmasına ve bu yaşına rağmen, hala bu sözü edebiliyor.
Ayrıca: Guardian gazetesine verdiği özel röportajda ölüm, insanlığın gayesi ve ne kadar süre varolma şansı olduğuna dair görüşlerini paylaştığında şunları söylemiş Hawking: "Ölümden sonra hayat ya da cennetin beklediği inancını, ölümden korkan insanlar için peri masalıdır."
Demek ki, tek başına ilim, yahut sınanma vesilesi olan mefhumlar önemli değil. Kul, onlardan ders ya da ibret alacak mı, önemli olan bu…
İslam’ı talep edene, İslam kapılarını sonsuza dek açar. Ne kadar ferasetin var ise, o kadar nasibin vardır. Ama Allah kalbi mühürlü olanlardan eylemesin.
Çocukluğumda bir konuşmaya şahit olmuş, o zaman anlatılanlardan bir şey anlamamıştım. Babaannemin çok sevdiği bir arkadaşı vardı. Vefat edene kadar, neredeyse her gün ona gidip gelmişti. Oğlu doktordu. İlk zamanlar bundan çok memnun olduğunu, oğlunun doktor olmasından gurur duyduğunu söylüyordu her ana gibi. Bilirsiniz, genellikle çocukların en büyük isteği büyüyünce doktor olabilmektir. Aileler de, çocuklarının bu hedefini duyunca çok memnun olurlar ve diğer akrabalara bunu durmadan anlatırlar.
Ama sonraları konuşmaları değişmiş, gurur duyduğu oğlu yerine şüphe ile baktığı, anlayamadığı şeyler söyleyen oğlu gelmişti. Ateist idi oğlu. Trabzon’da idi, uzaktaydı ve ancak bayramlarda gelebiliyordu. Geldiğinde de, iki senedir öyle şeyler anlatıyormuş ki, teyzenin halini o halini sonraki yıllarımda tetkik ettiğimde anladım ki, bir teşhis bile koyamıyordu bu duruma. “Ne oldu bu çocuğa, kimlere karıştı” demekten başka…
Allah, kalplerimizdeki mühürleri açsın, kaldırsın. Yoksa çok zor, ne ile iştigal edersen et, gül bahçesinde güller der, yine de onun kokusunu ve manasını alabilmektir mana. İnsan, her şeyi rasyonellikle, kendi uydurduğu safsatalar ile haklı gösterebilir, kendi kendini kandırabilir. Ama nereye kadar?
Allah hepimize hidayet nasip etsin. Hepimize.