"Avrupa’nın refah ve ilerlemesi; zencilerin, Arapların, Hintlilerin ve sarı ırkların ölü vücutları ve akıttıkları ter üzerine inşa edilmiştir."
çüncü dünyanın kült yazarı.
“Sizin olmayan bir dünyanın ateşiyle aydınlanıp ısınıyorum”
diyecek kadar kalemi güçlü bir yazar... Frantz Fanon olarak doğdu, İbrahim Fanon olarak öldü. “20. yüzyılın belki de en belli başlı düşünürü” diye anılacak kadar kapsamlı bir fikir işçisi. Ali Şeriati’den Che Guevara’ya kadar bir çok kişiyi etkileyen; Filistin’den İrlandalılara kadar da epeyce direniş grubuna, yazdıklarıyla ve mücadelesiyle ilham olan önemli bir isim. Irkçılığın anatomisini çıkaran ve anlaşılamazlığını gösteren siyahî bir yiğit. 36 yıl yaşayıp, bütün dünyada adından çokça söz ettirebilen bir avuç insandan biri O.
Kökeni Afrika kölelerine dayanan, Fransa tarafından kasıtlı asimilasyona uğratılmış bir ailenin, 1925 yılında Martinik’te doğan melez bir çocuğu Fanon. Kendisi, bunu yıllar sonra öğrenir, o hep atalarının sarı saçlı mavi gözlü olduğuna inandırılarak yetiştirilmiştir. Annesi küçük bir esnaf, babası ise gümrük müfettişidir. 8 kardeşinin arasında derisi en siyah olandır. Zeki, yetenekli ve sorgulayıcı bir yapıyla erken yaşlarda dikkat çeker. Kendisinin üzerinde emeği olan hocalarından biri de, sol politikayla içli dışlı olan Aime Cesaire’dir. Onun fikirlerinden direk etkilenmese de, muhasebe gücünü geliştirmiştir.
Gençliğinin verdiği büyük bir heyecanla Fransız kuvvetlerine katılır ve “anavatanı” Fransa’yı Naziler’e karşı savunur. Kimliğini sormaya gerek görmez. İçine, niye burada savaşıyorum, diye bir kuşku düşmez önceleri. Çünkü onlara medeniyeti bahşeden beyaz adamlardır, öyle öğretilmiştir. Bu kınanacak bir şey değil aslında, Fanon’un yetiştiği ortamda ve zaman diliminde, “beyazların siyahlara bir şeyler ‘lütfettiği’ ve siyahlarında bunun karşılığını vermesi gerektiği” gibi sapık bir algı vardır... Savaştan sonra Fransa’ya yerleşir. Bir taraftan yazarlık yaparken diğer yandan da tıp ve psikiyatri eğitimi alır.
1953 de Cezayir’deki Blida psikiyatri kliniğine başhekim olur. Fransız işgalcilerin işkenceyle ölüme terk ettikleri hastalarla görüşür. Onları anlamaya çalışır, bir yandan da kendi benliğine doğru bir sorgulamaya gider. Cezayir Kurtuluş Örgütüyle temasa geçer. Onların yaralılarını gizlice hastanede tedavi etmeye başlar. Sürekli onlarla konuşup, hissettiklerini sorar; devletlerinin yerli halklar üzerinde açtıkları derin yaraları anlamaya çalışır… Hastanenin bodrumunda oluşturulan gizli işkence odaları görmesi Fanon’u oldukça etkiler. Yaşadıkları ve gördükleri tahammül edilemez raddeye gelmiştir, artık dayanamaz ve 1956’da istifa eder. Bu istifa Cezayir’den sürülmesine neden olur. Kendi deyimiyle o artık ne Martinikli, ne de Fransız’dır. Yalnızca Cezayirlidir.
İnsan, ‘durduğu yerin olması gereken yer olup olmadığı’ iç çelişkisine düştüğü zaman, onun için ciddi iç sarsıntılar başlamış demektir ve konumunu netleştirmesiyle sarsıntıları da son bulur, bu bir çok konuda geçerlidir. Frantz Fanon için de aynen böyle olmuştur, ideolojik kopma tamamlanmıştır artık. Kendi iç sıkıntılarını, olması gereken yerde saf tutarak aşmıştır. Fransa’ya karşı, Cezayir Kurtuluş Cephesi’nde yer bulmuştur kendine. Bir hekim, bir psikolog, bir savaşçı, bir aydın olarak, onlar için mücadele etmektedir. Cezayir Kurtuluş Cephesinin sözcülüğünü üstlenir. Sürekli Fransızlara, emperyalistlere, kapitalistlere, ırkçılık ve sömürgecilik yanlılarına karşı yazılar kaleme alır. Ayrıca geçici hükümet tarafından Afrika’ya elçi olarak atanır. Cezayir hükümeti adına Afrika ülkeleriyle görüşmeler yapar, pek çok Afrikalı liderle tanışır.
“İnsanın insana kulluğu son bulsun”
Bu arada sürekli, çevresinden husumet kokan kuşkulu bakışları üzerinde hisseder. Beyazlar siyahların iyi yerlere gelmesinden haz etmiyordur, siyahlar dünyanın her yerinde eziliyor ve işkencelere tâbi tutuluyordur. Fanon’daki rahatsızlık, aynı şartlar içerisinde bulunan renktaşlarının “tersî ırkçılık” tutumu olarak vücut bulmamıştır. “Hiçbir araç insana hakim olmasın. İnsanın insana kulluğu son bulsun. Yani ne ben başkasının kulu olayım, ne de ben başkasını kulluğa zorlayayım. Nerede olursa olsun, hangi görünüş için de olursa olsun, insanı sevmeme ve onu keşfetmeme izin verilsin... Son duam da şu: Ey ruhum, hep soru soran bir ruh olarak kal kaldığın yerde!” demiştir.
Fanon’a göre beyaz adam kendisini tanrı ilan ederek üstünlük karmaşasına hapsolmuştu, siyah adam da beyaz olmak konusunda duyduğu yoğun istekle aşağılık karmaşasından muzdaripti. Ona göre siyah insanın tutsaklığı ‘sürekli avcı olmayı düşleyen bir av’ olmasından kaynaklanıyordu. Şöyle der Fanon: “Şimdi efendilerinin oturduğu posta mı kurulacak kölelikten kurtulan zenci? Yılda bir kere salonda dans etmelerine izin verilen uşaklar gibi, tutunacak şeyler arıyor kendine, öyle mi? Hayır, kölelikten kurtulmakla efendi olunmaz. Kölelerin olmadığı yerde, efendi de yoktur çünkü.”
1960’da, hazin bir şekilde lösemi olduğunu öğrenir. Kendini tanımaya başlamışken ve davasının mücadelesini bütün takatiyle verirken amansız bir hastalığa yakalanmak, elini çabuk tutması gerektiğini hatırlatır kendisine. Köleleştirme zihniyetini, Fransa’nın Cezayirlilere uyguladığı sömürü ve işkenceyi, bir sorumluluk olarak tüm dünyaya anlatmaktır amacı. Pek çok dünya düşünürünün ve aydınının takdirini ve beğenisini kazanan, fikirlerinin hâlâ etkilerinin sürdüğü Fanon, ünlü ‘Yeryüzünün Lanetlileri’ eserini, bu hastalığı sırasında yazar…
Ve Aralık 1961’de, 36 yaşında hayata gözlerini yumar. Ölüm haberinin Fransa’ya ulaşmasının ardından, insanları kışkırttığı gerekçesiyle kitabı yasaklanır ve toplatılır. Cezayirli direnişçi arkadaşları tarafından, Cezayir bağımsızlık şehitlerinin yanına gömülür. Ve Cezayir 1962 Temmuzunda bağımsızlığına kavuşur.
Jean Paul Sartre’ın önsöz yazdığı Yeryüzünün Lanetlileri’nde, Fanon, derinlemesine Fransız güçlerinin Cezayirlilere yaptığı işkencelerin etkilerini tartışır. Fransız paraşütçü birimlerinin işkenceye katılmaları gerçeği, işkenceye karıştıkları ileri sürülenlere ‘olaylar’ için af çıkarıldığı Fransa’da siyasal çalkantılara neden olur.
Fanon’un sömürge karşıtı hareketlere ve özgürlük hareketlerine esin verici bir etkisi olmuştur. İran’da Ali Şeraiti, Güney Afrika’da Steve Biko ve Küba’da Ernesto Che Guevara gibi devrimci önderlerin yapıtlarında başlıca bir etkidir. Guevara, Fanon’un şiddet kuramlarıyla ilgilenmiştir; Şeraiti “yeni insan”, Biko ise “siyah bilinci” kuramlarıyla… Fanon’un etkisi, Filistinliler’e, Tamiller’e, İrlandalılar’a, Kara Panterlere kadar birçok ulusal harekete “kendi kaderini belirleme fikri” noktasında etki etmiştir. Şu söz ona aittir mesela: “İnsanların gerçekten özgürleşmelerine engel olmaya çalışan emperyalizm her yerde, beyinlerimizden ve topraklarımızdan atmak zorunda olduğumuz hastalık mikroplarını saçmaktadır... Sömürgecilik, sistemli olarak kendi dışındakileri yadsıdığı, reddettiği için yanılgı içine düşürülen insanı sürekli olarak kendi kendisine ben gerçekte kimim sorusunu sormaya zorlar. Dünyanın dört bir yanında bulunduğu yerde öldürdüğü insanları anlata anlata bitiremeyen şu Avrupa’nın kuyruğunu bırakalım.”
"Bir dili konuşmak bir dünya, bir kültür edinmektir» diye önemli bir tespiti de vardır.
“Size söylemek istediğim, ölümün her zaman bizimle, hep yanı başımızda olduğudur; önemli olan ondan ne zaman kaçıp kurtulacağımız değil, inandığımız fikirler için elimizden gelenin azamîsini yapıp yapmadığımızdır... Eğer en başta bir amacın hizmetkârı değilsek, halkın, adalet ve özgürlüğün sevdalısı değilsek, yeryüzünde bir hiçiz demektir.”