Dünyaya geldiğimiz ve aklımızın erdiği dönemlerden başlayarak hedefler koyuyoruz kendimize. Daha doğrusu birçoğu hedef değil, hayal belki de. Zira çabalayan da çabalamayan da şikâyetçi bir şeylerden.
Uzunca bir süredir herkesin birilerinden, işinden, aşından ya da daha özet hali ile bir şeylerden şikâyetçi olduğunu görmek yoruyor beni. En çok kendim yoruyorum kendimi! Zira benim de şikâyetlerim var; belki de şu hayatın anlamını kaçırmam için yoluma döşenmiş mayınlar misali. Hâlbuki bir gayemiz var, bir sınavın içindeyiz ancak takılıyoruz yoldaki taşlara ve yolun güzelliğini göremiyoruz.
Dünyaya geldiğimiz ve aklımızın erdiği dönemlerden başlayarak hedefler koyuyoruz kendimize. Daha doğrusu birçoğu hedef değil, hayal belki de. Zira çabalayan da çabalamayan da şikâyetçi bir şeylerden. İşte bu ve benzeri meseleleri istişare ettiğim bir büyüğüm, “İnsanlar bazı konuların nasip işi olduğunu unutuyorlar! Türlü davranışlarla kendilerine yazık ediyorlar. Biz çalışacağız. Zira Rabbimiz, “İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır!’ buyuruyor. Gerisi nasip işi!” diyerek şu ibretlik hikâyeyi anlatmıştı. Belki biliyorsunuzdur ama ben yine de bu vesile ile paylaşmak istedim:
Vaktiyle Sultan Mahmut Han, belirli aralıklarla yaptığı gibi, tebdili kıyafet çarşı pazar gezmeye koyulmuş. Çarşıda bir kıraathanede oturup insanlarla sohbet ederken yan taraftan gelen ses bir hayli dikkatini çekmiş.
Yaşlı bir demirci, bir yandan demir dövüyor, bir yandan da “tıkandı da tıkandı!” diyerek kendince söyleniyormuş. Sultan Mahmut Han, merak edip yanındakilere sormuş “kimdir bu?” diye. Etraftakiler “Tıkandı Baba diye bilinir!” deyince, merakı iyiden iyiye artmış ve bu yaşlı adamın yanına varmış; “Hayırdır baba, ne tıkandı?” diye sormuş. Adam, “uzun hikâye evlat!” diyerek yine başlamış “tıkandı da tıkandı!” diye bir yandan demir dövüp, bir yandan da söylenmeye.
Sultan Mahmut Han iyice meraklanmış ve “Baba anlat n’olur, dinlerim ben!” deyivermiş. Adam bu içten talebe dayanamamış ve “otur evlat o halde!” diyerek, başlamış anlatmaya;
“Bir gece rüyamda çok büyük bir şadırvan ve üzerinde sayısız çeşme gördüm. Çeşmelerin her biri farklı bir şekilde akıyordu. Kimi gürül gürül çağlıyor, kimi sicim gibi, kimisi ise damla damla. Bu nedir diye sordum etraftakilere, nasip çeşmesidir dediler. Biri vardı ki çağlayan gibi, bu kimindir ağalar dedim, o padişah efendimizindir dediler. Bir diğerini sordum falanca sadrazamındır diye mukabele ettiler. Peki, şu kimindir diye işaret ettim, falanca tüccarındır dediler. O sırada içlerinden biri dikkatimi çekti. Böyle adeta sızıntı şeklinde akıyordu. Efendiler peki ya bu kimin diye sordum; senindir dediler.
Üzüldüm bu cevaba, istedim ki benimki de böyle gürül gürül aksın. Elime orada bulduğum küçük bir odun parçasını alıp, kendi çeşmemin ağzını açmaya çalıştım. Odun çeşmenin ağzına tıkanıp kırıldı; azıcık süzülen su, artık damlamaya başladı. O telaşla, en azından eskisi gibi olsun diye daha da zorladım. Bu sefer iyiden iyiye akmaz oldu. Etraftakiler boşuna uğraşma baba, tıkandı dediler. İşte o gün bugündür hiçbir işte dikiş tutturamadım evlat, anlayacağın tıkandı da tıkandı!” diyerek bitirmiş mevzuyu ve önündeki demiri söylenerek dövmeye devam etmiş.
Bu hikâye Sultan Mahmut‘un çok hoşuna gitmiş.
Saraya gidince hemen güzel bir hindi dolması hazırlanmasını ve içinin altınla doldurulup, bu yaşlı adamın dükkânına götürülmesini emretmiş. Hazırlanan hindi dolması, tüm ihtişamı ile Tıkandı Baba’nın dükkânına getirilmiş. Bir hayırsever size hediye olarak gönderdi denilerek, bırakılmış. Adam çok mutlu olmuş olmasına ama bu bize fazla, birine satsam, birkaç günlük ihtiyacımızı karşılarız, daha makbul olur diyerek hindi dolmasını satmış ve sevinçle evine dönmüş.
Haber Sultan Mahmut Han’a ulaşınca, “Yahu bu ne nasipsizliktir!” diyerek hemen bir tepsi baklava hazırlanmasını ve her dilimin içine bir altın konulmasını emreylemiş. Tıkandı Baba baklavayı alınca çok mutlu olmuş ama baklavaları da yemeye kıyamamış.
Düşünmüş ki bu bir tepsi baklavayı satsa, bir haftalık ihtiyacı çıkacak. Pazara o bir tepsi baklavayı satmak için yola koyulmuş ama hindi dolmasını alan komşu, çok iyi fiyat vererek baklavayı da almış. Padişah bu haberi duyunca iyiden iyiye sinirlenmiş. “Tez bulun getirin buraya, bakalım bu sefer ne yapacak?” diye merakla beklemeye başlamış.
Görevliler Tıkandı Baba’ya varıp, “Padişah Efendimiz sizi emrettiler!” demişler. Tıkandı Baba heyecanla, “ne cürüm işledik acaba?” diyerek hazırlanmış ve saraya doğru yol almışlar.
Huzura vardıklarında Sultan Mahmut Han, olan biten her şeyi tek tek anlatmış. Adam mahcup, üzgün bir halde bakmış Padişahın yüzüne. Bunun üzerine Sultan, altın dolu bir sandık getirilmesini emretmiş ve bir de kürek vermiş Tıkandı Baba’nın eline. “Hadi daldır bakalım küreği, ne gelirse hepsi senindir!” deyivermiş.
Tıkandı baba karşısında altınları görünce, o kadar heyecanlanmış ki küreği ters daldırmış. Neticede küreğin üzerinde bir tanecik altın kalmış.
Bu manzarayı gören Sultan Mahmut, hepimizin bildiği şu sözleri söyleyivermiş:
-Vermeyince Mabûd, neylesin Mahmut!
İşte bu hikâyeyi anlattıktan sonra, sözlerini şöyle bitirdi:
“Rabbimiz birisi için bir hayır murad etmişse onu kim engelleyebilir, kimin gücü yetebilir? “Allah bir kuluna hayır murad ettiğinde, o kimseyi insanların ihtiyaçlarını karşılama yolunda istihdam eder. İnsanların öyleleri vardır ki hayra anahtar, şerre kilittir. Öyleleri de vardır ki şerre anahtar, hayra kilittir; hafazanâllah. Allah’ın (cc) ellerine hayrın anahtarını verdiği kimselere ne mutlu! Allah’ın ellerine şerrin anahtarlarını verdiği kimselere de yazıklar olsun!” buyuruyor Efendimiz (SAV). O sebeple siz niyetlerinize bakın ve hayır için koşmaya devam edin. Gerisi nasip işi!”
Selametle…