
Tecrübe Konuşuyor’da bu ay büyüklerimize “Zamanda yolculuk imkânınız olsaydı ve Asr-ı Saadet’e bir olaya şahit olmak, belirli bir zamanı geçirebilmek için gidebilseydiniz seçimiz ne olurdu? Sebebi nedir?” diye sorduk. Büyüklerimiz bizleri adeta siyerin sayfalarında bir yolculuğa çıkardılar. Kelimeler arasında kayboldukça kâh Bedir’de mücahid olmayı hayal ederken bulacaksınız kendinizi kâh bir akşam namazında sahabenin arasında. Sizden ricamız bu sayfayı okuduktan sonra gözlerinizi kapatın ve soruyu kendinize sorun. Sizin seçiminiz ne olurdu?
Namazı Doya Doya Yaşamak İsterdim
Abdullah Yıldız
Zamanda yolculuk yapma imkânım olsaydı, Efendimizin mübarek mescidinde Ashab-ı Kiram’ının arasına katılıp huşu içinde cemaatle namazlarımı kılmak isterdim.
Özellikle de bir akşam namazına durmadan önce ashabının saflarını ok gibi düzeltmesine, -bu arada benim omzuma da dokunmasına- ardından namaz kıldırmak üzere mihraba geçmesine ve uzun uzun bekledikten sonra -cemaat neredeyse akşam namazının vakti çıkacak diye korkmaya başlayınca- onlara dönüp:
“Veccihû gulûbeküm ilallahi ve sallû salâte müveddi’ın (Kalplerinizi Allah’a yöneltiniz ve dünyaya veda edenin -son- namazını kılınız).” buyurarak sarsıcı bir uyarıda bulunmasına şahit olmak ve o namazı doya doya yaşamak isterdim.
Daha Büyük Bir Nimet Düşünemiyorum
Ramazan Kayan
İkinin ikincisi olmak isterdim. Yâr-ı gâr olmanın huzuruna ermek ne güzel bir yüceliktir. Öyle bir ikili ki, üçüncüleri Allah’tır… Tüm hüzünleri, hasretleri sonlandıracak, İlahi sekineti hasıl edecek bir iklim...
Sıddıkıyet makamının mazhariyetlerini tatmayı kim istemez ki? Yeryüzünün en şerefli yolcusuna hicret yolunda refik olmaktan daha büyük bir nimet düşünemiyorum…
O güne intikalim muhal olsa da o günü bugüne taşıma sorumluluğumuz bulunuyor… İnşallah nebevi izi modern zamanlarda sürdürebilenlerden oluruz…
Asr-ı Saadette Yaşamayı Birçoğumuz Düşlemiştir
Halit Yasir Özoğul
Çok küçük yaşlarda tanışıp derinliğine inme fırsatı bulduğum Ashab-ı Kiram dönemi yaşanan hayat, hâlen alâkamı celbeder. O zaman diliminin içerisinde olabilmeyi, birçoğumuz düşlemişizdir. Rabbimizin sevgilisi, biricik Peygamberimiz (sav) ile aynı şehirde yaşamak, onunla aynı havayı teneffüs etmek, mescitte, komşulukta, yolculukta bir arada bulunmak, bir Müslüman için belki en büyük şeref.
Şu konuda mütevazı olamayacağım, Asr-ı Saadet dönemi hakkında, kendi yaşımdaki ortalama bir Türk insanına göre, hayli yüklü bilgi birikimim var, elhamdülillah. Bunun için emek sarf eden başta aile büyüklerime, hocalarıma minnettarım.
Bu hayatın içerisinde en etkilendiğim enstantanelerden biri; Uhud Savaşı’nda, Okçular Tepesi’nde bulunan askerlerin, aşağıda cereyan eden harbin, Müslümanların lehine seyir alması sonucu heyecanlanmaları esnasında takındıkları tavırlardır.
Evet, kimi ortamlarda da zikredildiği gibi Müslüman edebine binaen, ben de burada, emir gelmeksizin yerlerinden ayrılanlar hakkında bir şeyler söylemeyecek, yorum yapmayacağım. Ancak orada, “Allah Rasulü’nden (sav) emir gelmeden buradan ayrılamayız.” deyip, ayrılma heveslisi arkadaşlarının çokluğunun da sebebiyle, uğradıkları baskında, hemen birkaç dakika içerisinde şehit olacağını bile bile, kanının son damlasına kadar peygamber emrine sadık kalabilme imanına muadil, çok az başka örnek(ler) olacağını düşünüyorum.
İsterdim. İslâm Ordusu’nun, böylesine kritik bir noktasında, mâsivâdan azade bir gönül kıvamı ile peygamber emrinden ayrılmayarak, en tatlı varlığım olan canımı, gözümü kırpmadan verip, Hâlık-ı Zülcelâl’in huzuruna, mütebessim bir çehre ile çıkabilmeyi, çok ama çok isterdim.
Açılan Bir Gönlün Güzelliklerine Şahit Olmak İsterdim
Vehbi Vakkasoğlu
Asr-ı Saadette bir olaya şahit olmak nasibim olabilseydi hiç şüphesiz Mekke’nin Fethi’nde ve takip eden günlerde o güzel beldede bulunmak isterdim. Çünkü Mekke’nin Fethi kâinat çapında bu alemin yaşadığı en etkileyici inkılaptır. İslam’ın yayılışının önündeki bütün engellerin ortadan kaldırılmasıdır. Fetihlerin anası Mekke’nin Fethi’dir. Şehirlerin anası Mekke olduğu gibi. O kutlu fethi takip eden günlerde ise fethin asıl manası ortaya çıkmıştır. Sonraki bütün fetihlerin güzellikleri o fetihten ilhamlıdır.
Ne güzel olurdu Efendimizin o güzel gününe şahitlik etmek. Mübarek sakalı bindiği devesinin yelesine değiyordu tevazuundan dolayı. Satırlardan okuduğumuzda bile bizi heyecanlandıran güzellikler fetih sonrası gerçekleşmeye devam etmişti. Efendimiz, baba ocağından kendisini çıkartanları bağışlamıştı. Çünkü kan veya kin davası değildi davası. Efendimizin açtığı kucak o denli genişti ki merhameti Hz. Hamza’yı şehit ettiren kadına da yansıdı, o kadın hidayete ererek sahabe makamına erişti; Hz. Hamza’yı şehit eden Vahşi’ye de yansıdı ve Hz. Vahşi makamına erişti.
Ve daha birçok örnek. Ebu Süfyan’ın evinde toplananlar, Kabe’ye gelenler... Herkes inanılmaz bir şefkat ile affedildiler. Bu gönlünün zekatının zekatına, suyunun suyuna ne kadar çok ihtiyacımız var. Ebu Cehil’in oğlu İkrime’yi Hz. İkrime yapma safhasında uzaktan nazar etmek isterdim. Ebu Cehil gelebilse ve eman dileseydi hiç şüphesiz ona da açılırdı o gönül.
Açılan bir gönlün güzelliklerine şahit olmak isterdim, bugün daralan, kapanan gönüllerimize iman nuru yansısın diye.
“ve Aleykümüsselâm ya Halil!”
Doç. Dr. Halil İbrahim Kutlay
Saadet Asrı, Allah Rasulü’nün ve ashabının yaşadığı İslam Tarihi’nin ilk dönemine verilen addır. Kur’an-ı Kerim’in indiği, Sevgili Peygamberimiz’in güzel ifadeleri ve eşsiz davranışlarıyla Kur’an-ı Kerim’i açıkladığı bu güzel çağ, İslam medeniyetinin temelinin atıldığı çağdır. Bu zaman dilimi, ilim, adalet, sevgi, merhamet, hoşgörü, kardeşlik gibi manevî değerlerin gönüllere işlendiği mübarek bir zaman dilimidir. Böyle bir zaman diliminde yaşamak Cenab-ı Hakk’ın lütuf ve ikramıdır. O zaman diliminde yaşamayı hayal etmek bile çok güzel bir duygudur.
Saadet Asrı’nda yaşama gibi bir imkânım olsaydı, Bedir mücahidlerinden biri olmak isterdim. Suffe ashabı ile birlikte Sevgili Peygamberimiz’in ilim meclisinde bulunmak isterdim. Genç sahabî Enes b. Malik gibi sevgili Peygamberimiz’e gönülden hizmet etmek isterdim. Peygamberimiz’e selâm vermek ve bana hitaben “ve aleykümüsselâm ya Halil!..” dediğini duymak isterdim. Efendimiz’in arkasında cemaatten biri olarak sabah namazı kılmak ve O’nun tatlı sesiyle okuduğu Kur’an-ı Kerim’i dinlemek isterdim. Veda haccında Arafat’ta; “Ey İnsanlar!.. Hepiniz Adem’densiniz. Adem de topraktandır. Siyahın beyaza, beyazın siyaha, Arapların Arap olmayanlara, Arap olmayanların Araplara hiçbir üstünlüğü yoktur. Allah nezdinde en üstün olanınız, Allah’tan en çok korkanınızdır.” buyururken, Allah Rasulü’nü dinleyen sahabîleri arasında olmak isterdim.
Bugün… Hadis-i şeriflerini okurken sanki Sevgili Peygamberimiz’den dinliyormuş gibi okumak, O’nun muazzez sünnetini yaşamak, O’nun hayat anlayışını hayatıma yansıtmak isterim. Rüyada da olsa dünyada O’nun tatlı hitabını duymak, mahşerde O’nun “Livaül-hamd” sancağı altında olmak ve Cennet’te Kevser havuzu başında O’nunla buluşmak isterim.
Bu yüksek derecelere kavuşmak için; Rabbimden hepimizi bu yolda tavizsiz, fedakâr, vefakâr, takva sahibi ve ihlaslı kul eylemesini, sevdiği ve razı olduğu ilim erbabı arasında kılmasını isterim. Sonsuz lütuf ve ikram sahibi olan Rabbimden dua ve niyazlarımızın kabulünü niyaz ederim.
Rahmet Peygamberinden Ders Almak İçin Orada Olmak İsterdim
Sinan Özyurt
Resulullah’ın hayatının her bir anına tanıklık etmek isterdim. Hira’da kendisine ilk vahiy geldiğinde, Mekkelileri İslam’a davet ettiğinde, müşriklerin baskılarına karşı direndiğinde, hicrette, Sevr Mağarasında, Medine sokaklarında, katıldığı savaşlarda, ashabı suffeyle sohbetinde, bir sabah namazı sonrası rüyalarını anlatan sahabeler arasında, çocukların oyunlarına iştirak ettiğinde, arkadaşlarıyla şakalaştığı esnalarda, en sevdiklerini toprağa verdiğinde, veda haccında, bütün acı ve tatlı günlerinde yanı başında olmak isterdim.
Özellikle belirli bir zamanı tercih etmem gerekirse Mekke’nin Fethi’nde Resulullah’ın yanında olmayı seçerdim. Adaletin ve merhametin aynı anda nasıl tecelli edebileceğini görmek için, insanları yok etmek yerine kazanmanın, imha yerine ihyanın nasıl gerçekleştiğine tanık olmak için bunu isterdim. Müslümana yakışanın, bir şehri naralarla yağmalayarak teslim almak değil de tekbirlerle Allah’ın kudretine boyun eğerek ve intikam yerine af yolunu tutarak fethetmek olduğuna şahit olmak, gücünü ve imkanını ezip geçmekten yana değil affetmekten yana kullanan Rahmet Peygamberi’nden ders almak için o gün orada olmak isterdim. Zaferin nasıl da kibir yerine tevazuya götürdüğüne şahit olmak için Mekke’nin Fethi’nde bulunmak isterdim.
Zamanda yolculuk gibi bir imkânımız yok. Fakat elimizin altındaki onlarca siyer kaynağı bizi o kutlu hayata tanıklığa davet ediyor. Yeter ki biz bu davete ihlasla, tefekkürle, ibretle icabet edelim. Bunu hakkıyla başarırsak saadet asrına gitmekle kalmaz, Rabbimizin lütfuyla o güzel örneklikleri bu asra taşıma bahtiyarlığına ermiş oluruz.