Sanki bir şeylerin kötü gidişatından bahsetmezsek kendimizi hep biraz eksik hissediyoruz. Tam anlaşılamamış, üzerindeki yükler fark edilememiş, yürüdüğü ve hatta tırmandığı tepelerden habersiz kalınmış gibi. Üzerimizdeki ilgi o yüzden hep yetersiz kalıyor. Çünkü bu devirde acısını en güzel anlatanlar, buhranlarını ortaya en açık koyanlar, zorluklarından en çok bahsedenler daha bir ilgi avcısı.
Peki ama tüm bunlar olurken gülen, tebessüm edebilen, dert dinleyen ama dertlerini dinletmeyen insanlar da var. İşte bunlar hiç yorulmayanlar mı, tırmanmayanlar mı, düşmeyenler mi? Veya nasıl bir çehre ve çevreye sahipler ki ilgi beklemeksizin, övgü beklemeksizin, yargılara aldırmadan ilerleyebiliyorlar.
Tam da bu sorgulamaların içerisindeyken, katıldığım bir Zoom toplantısında şikayet etmeden yaşayabilen bu güzel insanlardan birinden (en azından benim dünyamda bu özelliklere sahip birinden) şöyle bir cümle işittim: “Tebessüm edin arkadaşlar, bir selam vermek, bir tebessüm etmek ömrünüzden ne götürür ki?”
Düşündüm, neden tebessümümüz bu kadar pahalılaştı? Niçin selamlarımız bu kadar azaldı?
Kısa bir cümle ile ömürlük, uzunca bir ders daha kattım ömrüme. Ve anladım ki o insanlar da yorulur, tırmanır, düşer, kalkar. O insanlar da yaralanır. Üzülür, hırpalanır. Ama bir tebessümü tüm yaralarından kutsal bilirler.
Şikâyet etmemek için değil de şikayet edilecek şeyler olsa dahi şükredebilecek şeyleri fark ettirebilmek ve her insanın kendine özgü mayasını ortaya çıkarabilmek için didinir dururlar.
Ve bizler onları hep daha ayrı, daha başka, canlı, dinamik, enerjik izler dururuz. Hayallerimizde onlar gibi işler yapmak, niyetlerimizde yürüdükleri yollardan yürümek olur. Fakat bulduğumuz ilk fırsatta yine zorluklarımıza, bahanelerimize, sebeplerimize sığınır, anlatır dururuz.
Şimdi eğer kendimizle yüzleşme zamanı geldiyse tebessüm edelim arkadaşlar. Bir şeyleri değiştirebilmek, bizden olan değerleri hayata katabilmek için, tebessüm edelim.