Sonu gözükmeyen sıcak pide kuyruklarını, tüm mahalleyi ayağa kaldıran davulcu amcaları, evden eve yer değiştiren iftariyelik tabaklarını hiç unutmadık. Arife günü bayramlık almak için gidilen Topkapı Çarşısı’nı, bayram günü harçlık toplamak için tanıdık tanımadık çaldığımız pek çok kapıyı ve en nihayetinde topladığımız harçlıkları harcamak için evimizin yakınında kurulan lunaparkı da hiç unutamadık.
Ramazan ayını dolu dolu yaşadığım bir çocukluk ve gençlik yaşadım çok şükür. Çocukken Ramazan’ın yaz aylarına denk gelen oruçları hatırlıyorum, bir şeyler yiyip içtikten sonra “ayy ben oruçluydum” deyip oruca devam etmek güzeldi, bundandır belki rahat tutmuştuk o oruçları.
Benim çocukluğumda yaşadığım şeyleri çocuklarımın yaşayamaması beni ziyadesiyle üzer. Akşam ezanını sokakta bekleyip müezzin “Allahu Ekber” dediği an eve doğru “ezan okunduuuu” diye koşmak, cam kenarında minarelerin mahyasının yanmasını beklemek, gündüz unutarak kaç kere bir şeyler yiyip içmemize rağmen suya hasret kalmış gibi üst üste kaç bardak su içerdik bilemedim.
Evde hep bir sofra toplama kavgası olurdu. En sonunda iftar sizde sahur bizde diye anlaşmaya varınca yükümüz biraz rahatlardı. Babamın eve getirdiği Ramazan kumanyalarından birkaçını mahalledeki komşulara götürdüğümü hatırlıyorum. Dolapta üst üste koyulan makarnalar gözüme hep çok görünürdü ve her gün bir tanesini bir komşumuza götürüverirdim. Baktım dolaptakiler azalıyor hiç sesimi çıkarmaz o tarafa uğramazdım.
Ah Teravihler
İftardan sonra teravih namazı saatini sabırsızlıkla beklerdik. Biz ablamlarla ve mahalledeki çocuklarla birlikte babaannemin himayesinde Bakırköy Yeni Mahalle Camii’ne giderdik. Babaannem yavaş yürüyor diye biz önden hızlı hızlı koşardık, çoğu zaman gittiğimizde hanımlar kısmının ışıkları bile yanmaz olurdu. Derdimiz teravih namazı kılmak değildi. Herkes eğilince kalkmak, tespihleri aşağı düşürmek, Fatiha Suresi okunduktan sonra en yüksek sesle aminnn diye bağırmak en çok güldüğümüz şeylerdi.
Namaz sonuna kadar sürekli güldüğümüzü hatırlıyorum. Teyzeler bize sürekli kızardı, dışarı çıkmamızı isterdi, biz tamam deyip az sakinleştikten sonra tekrar gülmelere başlardık. Bu kadar neye gülerdik bilmiyorum ama camiyi çok seviyordum. Teravih çıkışı dağıtılan lokumları çok seviyordum, herkes namaz kılarken muziplik yapan arkadaşlarımı çok seviyordum ve doya doya camilerde koşturduğum bir çocukluk yaşadım.
Kadir Gecesi bizim kırmızı çizgimizdi. Daha Ramazan’ın ilk gününde Kadir Gecesi hangi güne denk geliyormuş diye bakıp ezberlerdik. O gün unutup yemeden ciddi ciddi oruç tutmanın peşinde olurduk, yaşımız yedi veya sekizdi sanırım. Babaannem o gün çok salavat getirmemizi söylerdi, bütün meleklerin yeryüzüne indiğini ve ertesi gün sabah ezanı okunana kadar yeryüzünde kaldıklarını duyunca sağıma ve soluma daha dikkatli baktığımı hatırlarım.
Kadir Gecesi iftar sofrasından erkenden kalkar, abdestimizi alır camiye koşardık, çünkü o gece camide yer bulmak çok zordu. Gerçekten de Kadir Gecesi akşamları caminin ışıkları erkenden yanardı. Hele o tam ortadaki dev gibi olan avizenin Kadir Geceleri tüm ışıkları yanardı, hayran hayran onu izlerdik. O gece bizi camiye bağlayan başka bir şey daha yaşanırdı. Namaz sonrası Peygamber Efendimiz’in Sakal-ı Şerifi ziyarete açılırdı. Salavatlar eşliğinde hocamız emaneti gider alır, kürsüde tek tek sardıkları bezleri açarlardı. Bir, iki, üç, dört tam kırk ayrı beze sararlardı, hep beraber sayardık.
Sabaha Kadar Zikir
Ramazan boyunca üst katta olduğumuzdan aşağı tarafı yani erkeklerin namaz ..........................