Sorunun Ortaya Konması
Kur’an’ın bazı sure ve ayetlerinde İslam’ın ortaya koyduğu inanç esaslarını kabul etmeyen müşrikler, ehl-i kitaptan olan inkârcılar, münafıklar ve birtakım kötülükleri işleyenler hakkında, olumsuz birtakım ifadeler kullanılmaktadır. Bu ifadelerin bir kısmı ilk bakışta aşağılayıcı ve sert bir görünüm arz etmektedir. Bu kapsamda söz konusu kimselere yönelik beddua ve lanet ifadeleri, bazı hayvanlara benzetme, inkârcıların cehennemde nasıl azap göreceklerine yönelik birtakım tasvirler zikredilebilir. Günlük hayatta bu ifadeler genellikle aşırı öfke ve kin sonucunda sağlıklı düşünme yeteneğini kaybeden veya haksızlığa uğrayıp hakkını alamayan kimselerin dilinden dökülmektedir. Yine günlük hayatta bu ifadeleri genellikle kötülükleri işleyenlere ceza verme imkânına sahip olmayan, durumunu Allah’a havale ederek ondan yardım isteyen kimseler kullanır. Kur’an’ın kendisine nispet edildiği Allah ise sonsuz rahmet, hikmet, kudret ve adalet sahibidir. Hal böyle iken Allah niçin kendi ortaya koyduğu inanç esaslarını kabul etmeyen, insanlara haksızlık yapan kimselere yönelik bu ifadeleri kullanmaktadır?
Yukarıdaki soruya bir cevap verebilmek için bazı hususların netleştirilmesi gerekir. Aşağıda bunları Kur’an ayetleri ışığında maddeler halinde ele alacağız.
1. Kur’an, Sırf İslam’ı Kabul Etmedi Diye İnsanlara Kötü Söz ve Davranışta Bulunmasına Müsaade Etmez
Kur’an, İslam’ın ortaya koyduğu inanç ilkelerini benimsemeyen herkesi aynı kategoride görmez. Bunlar içinde birtakım farklılıklar olduğunu ortaya koyar ve onlara yönelik belirlenecek tavırları da buna göre belirler. Bunu birkaç örnek üzerinden zikredelim:
“Allah, sizinle din uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve onlara âdil davranmanızı yasaklamaz. Çünkü Allah, adaletli olanları sever.” (el-Mümtehine, 60/8)
Yüce Allah bu ayette Müslümanlara hitaben, İslam’a düşmanlık etmeyen ve Müslümanları bulundukları mekândan kovmaya çalışmayan kimselere yönelik iyi, güzel davranışlarda bulunmayı, onlara adaletli davranmayı yasaklamadığını, tersine Allah’ın adaletli davrananları sevdiğini ifade etmektedir. Şu halde İslam’ı benimsememiş kimseler şayet İslam’ı karalama, Müslümanları yerinden yurdundan etme gibi davranışlar içerisine girmiyorsa Müslümanlar onlarla iyi niyet çerçevesinde ilişkiler kurabilir. Böyle bir durumda da onlara yönelik hiçbir aşağılayıcı ifade kullanılması söz konusu olamaz.
Yukarıdaki ayetten bir sonra gelen ayette Yüce Allah kimlerle dostluk ilişkisi kurulamayacağını şu şekilde ortaya koyar:
“Allah, yalnız sizinle din uğrunda savaşanları, sizi yurtlarınızdan çıkaranları ve çıkarılmanız için onlara yardım edenleri dost edinmenizi yasaklar. Kim onlarla dost olursa işte zalimler onlardır.” (el-Mümtehine, 60/9)
Mekkeli müşrikler Hz. Peygamber ve Müslümanlar Mekke’de bulundukları sürece onlara kimi zaman işkence, kimi zaman eziyet ve baskı yapmışlardı. Aynı politikalarını Müslümanların Medine’ye hicretinden sonra da sürdürmüşler, Müslümanların umre maksadıyla Mescid-i Haram’a girmesine engel olmuşlardı. Bu durum sebebiyle Müslümanlar Mekkeli müşriklere karşı kin duyuyorlardı. Mekke’nin Müslümanlar tarafından fethedilmesi sonrasında gelen iki ayette Rabbimiz Müslümanlara bu konuda da adaletten ayrılmamalarını emrederek şöyle buyurmuştur:
“Mescid-i Haram’a girmenizi önledikleri için bir topluma karşı beslediğiniz kin sizi tecavüze sevk etmesin! İyilik ve (Allah’ın yasaklarından) sakınma üzerinde yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın. Allah’tan korkun; çünkü Allah’ın cezası çetindir.” (el-Mâide, 5/2)
“Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adil davranmamaya itmesin. Adaletli olun; bu, Allah korkusuna daha çok yakışan (bir davranış)tır. Allah’a isyandan sakının. Allah yaptıklarınızı hakkıyla bilmektedir.” (el-Mâide, 5/9)
Bilindiği üzere Mâide Suresi Kur’an’ın en son indirilen surelerindendir. Şu halde Müslümanlara yönelik yukarıdaki ikaz ve uyarılar, Yüce Allah’ın son yaptığı uyarılar arasında yer almakta olup yürürlükten kaldırılmış (mensuh) değildir.
Bütün bu açıklamalardan Kur’an’ın, sırf İslam’ı kabul etmedi diye insanlara beddua ve lanet yağdırmadığı açık ve net bir biçimde anlaşılmaktadır.
2. Kur’an, Başkalarının Kutsallarına Sövülmesini Yasaklamıştır
Kur’an putlara tapmanın şirk olduğunu, bunu yapanların sahte ilahlar ürettiklerini, bu davranışlarının karşılığını ahirette ceza olarak göreceklerini açıkça belirttiği halde putlara sövülüp hakaret edilmesini yasaklamıştır. Zira böyle bir davranış, kaçınılmaz olarak bir reaksiyon meydana getirecek ve karşı taraf da İslam’ın kutsal saydığı değerlere hakaret edecektir. Allah, Müslümanlar ile karşıtları arasında fikrî seviyede “en güzel şekilde” tartışmayı emretmekle birlikte sövüşme ve hakareti kesin bir dille yasaklamaktadır. Rabbimiz bu konuda şöyle buyurur:
“Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et! Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidayete erenleri de çok iyi bilir.” (en-Nahl, 16/125)
Bir başka ayette ise kötülüğün iyilikle savuşturulması gerektiği, kötülüğe kötülükle karşılık vermenin doğru olmadığı şöyle belirtilir:
“İyilikle kötülük bir olmaz, Sen (kötülüğü) en güzel bir şekilde önle. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost olur. Buna (bu güzel davranışa) ancak sabredenler kavuşturulur; buna ancak (hayırdan) büyük nasibi olan kimse kavuşturulur.” (Fussilet, 41/34-35)
3. Hz. Peygamber (sav) Ölmüş Müşriklere Sövülmesini Yasaklamıştır
Hz. Peygamber müşrik de olsalar ölülere sövmeyi yasaklamıştır. İslam’a en büyük düşmanlığı yapan Ebu Cehil’in oğlu İkrime, Müslüman olmak üzere Hz. Peygamber’in huzuruna geldiğinde Allah Resulü (sav) ashabını şöyle uyarmıştı:
“Ebu Cehil’in oğlu İkrime mümin ve muhacir olarak yanımıza gelecek. Sakın ola babasına sövmeyin! Çünkü ölüye sövmek [onun yakınlarından] hayatta olanlara rahatsızlık verir. Üstelik bu sövgü ölüye de ulaşmaz.” (Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek, 3/269, 5055 no’lu rivayet)
4. Kur’an’daki Lanet İfadelerini Nasıl Anlamak Gerekir?
Arapça bir sözcük olan “lânet”, bir kimseye öfke duyarak onu kovmak ve uzaklaştırmak anlamına gelir. Lanet, ahiret açısından düşünüldüğünde lanete uğrayan kimsenin cezalandırılmasını, dünya açısından düşünüldüğünde ise Allah’ın rahmet, yardım ve desteğini kişiden çekmesini ifade eder. İnsanlar birbirine bu ifadeyi kullandığında ise beddua etmek anlaşılır. (Ragıp el-Isfahanî, el-Müfredât fî garîbi’l-Kur’an, s. 741)
Bu açıklamalar doğrultusunda Allah’ın Kur’an’da kimi zaman inkarcılar, kimi zaman da zalimler, hainler gibi belirli kötülükleri yapan kimselere yönelik “Allah onlara lanet etti” şeklindeki ifadeler bir bedduadan ziyade bir haber niteliği taşımaktadır. Yani Allah söz konusu lanet ifadesiyle, ilgili lanete konu olan işi yapanları ahirette cezalandıracağını, dünyada ise kendilerini rahmetinin kapsamı dışında bıraktığını, onlara yardım ve desteğini çektiğini beyan etmiş olmaktadır.
Allah’ın Kur’an’da kimlere lanet ettiğine baktığımızda listede şunların yer aldığını görürüz: Allah’a baş kaldırıp isyan eden ve insanları da yoldan çıkarmak için çalışan şeytan (en-Nisâ, 4/118), inkârcı kâfirler (el-Bakara, 2/89), Allah’ın gönderdiği ilahî kitaplardaki hakikatleri insanlardan gizleyen din âlimleri (el-Bakara, 2/159), Allah’a karşı yalan uyduranlar (Âl-i İmran, 3/61), apaçık delilleri görüp peygamberin gerçekliğini, ilahî delillerin doğruluğunu vicdanen tasdik ettikten sonra inkâra dönüş yapanlar (Âl-i İmran, 3/87), suçsuz yere bir mümini kasten öldürenler (en-Nisâ, 4/93), Allah’a verdikleri sözlerini bozanlar (el-Mâide, 5/13), “Allah’ın eli bağlıdır (cimridir)” diyerek Allah’a noksanlık atfeden Yahudiler (el-Mâide, 5/64), Allah yolundan alıkoymaya çalışan, Allah’ın yolunda eğrilik varmış gibi göstermeye gayret eden zalimler (el-A’raf, 7/44), münafıklar ve kâfirler (et-Tevbe, 9/68), Firavun ve yandaşları (Hûd, 11/99), Allah’a verdikleri sözlerini bozan, yeryüzünde bozgunculuk yapan ve Allah’ın sıkı tutulmasını emrettiği bağları (akrabalık vb.) koparanlar (er-Ra’d, 13/25), İffetli kadınların namuslarına iftira atanlar (en-Nûr, 24/23), Allah’ın elçisine eziyet edip rahatsızlık vermek için gayret edenler (el-Ahzâb, 33/57), Allah hakkında suizanda bulunan münafık ve müşrikler (el-Fetih, 48/6).
Bu listeye dikkatli bir şekilde baktığımızda Allah’ın lanetine uğrayanların temelde “Allah’a isyan ve başkaldırı” ve “insanlara haksızlık yapmak” ortak paydasında buluştukları görülmektedir. Kur’an’da şahsen lanetlenenler yalnızca İblis (şeytan) ve Firavun’dur. İblis insanları yoldan saptırmayı meslek edinen bir şeytan olduğu için bu lanete uğrarken Firavun ise kendi krallığına ve tahtına güvenerek ilahlık iddiasında bulunan, insanları haksız yere sınıflara ayırarak bir grubu katliamdan geçiren sembol varlıktır.
Yüce Allah’ın kimi zaman “Yahudiler” kimi zaman da “Benî İsrail” adını vererek yaptığı lanetler ise doğrudan doğruya bir ırka yönelik değildir. Zira bir ırka mensup olmak insanların elinde olan bir şey değildir. Bu, o ırktan olup da söz konusu ayetlerde belirtilen lanetlik işleri yapanlara (Cumartesi av yasağını delmek, Allah’a verdikleri sözleri bozmak, Allah’ın kelamını değiştirmeye teşebbüs etmek, peygambere diklenmek vb.) yöneliktir.
Yaptığımız açıklamalardan, Allah’ın lanet ifadelerinin bir “beddua” anlamında olmayıp inkâr, isyan ve zulümde diretenlere yönelik Allah’ın nasıl muamelede bulunduğuna ve bulunacağına ilişkin bir “bilgilendirme” mahiyetinde olduğu anlaşılmaktadır. Şu halde bu ifadelerin, “Allah kâfirlere azap edecektir”, “Allah münafıkları cehenneme atacaktır” şeklindeki ayetlerdeki bildirimlerle aynı anlama geldiği görülmektedir.
5. Kur’an’daki Beddua İfadelerini Nasıl Anlamak Gerekir?
Kur’an’da beş ayette çeşitli davranış sergileyenler hakkında “Allah onları kahretsin!” mealinde tercüme edilebilecek ifadeler yer almaktadır. Bunu nasıl anlamak gerekir?
Bu konuya ilişkin âyetleri teker teker ele almadan önce genel olarak şunu bilmek gerekir: Kur’an, ilahî bir kelam olmakla birlikte onun muhatabı insan olduğu için muhataplarının anlayabileceği bir üslup ve dille indirilmiştir. Kur’an’ın indirildiği dönemde Arap toplumunda belagat (etkili söz söyleme) ve fesahat (açık ve net söz söyleme) sanatı çok yaygındı. Etkili ve anlaşılır söz söylemek için Arapların başvurdukları yöntemler arasında mecaz, kinaye, istiare, îcaz, ıtnab vb. birtakım söz sanatları da yer alıyordu.
Kur’an insanlara ait bir şiir ya da nesir olmadığı halde mesajının muhataplar tarafından dikkate alınması ve anlaşılması amacıyla onlar arasında var olan kullanım tarzlarına ve üsluba riayet etmiştir. Sözgelimi Kur’an’da bir şiirde olduğu gibi kafiye bulunmamakla birlikte Kur’an ayetlerinin sonunda uyum bulunduğu görülür. Yine Kur’an’da hakikat-mecaz, sarih-kinaye gibi farklı kullanım tarzlarının yer aldığı görülür.
İnsanlar arası konuşmalarda sözün etkisini arttırmak için yemin etme, soru sorma, taaccüb (şaşırma), mübalağa, söz tekrarı gibi unsurlara yer verilir. Kur’an’ın da ilahî mesajları insanların anlayışına indirmek amacıyla bu yöntemlere başvurduğu görülür.
Mesela günlük hayatta bir olayın karşı tarafça daha dikkatli dinlenmesini sağlamak, onun ilgi ve cazibesini çekmek için söze soruyla başlamak hepimizin yaptığı bir şeydir. Söz gelimi “dün arabamla kaza yaptım” demek yerine “dün başıma ne geldiğini bir bilsen!” gibi bir sözle başlamak bir anda karşı tarafın bütün dikkatini size vermesini sağlayacaktır.
Kur’an, mesajını inkâr eden, Allah’ın sınırlarını tanımayan, insanlara haksızlık edenlerin bu fiillerinin ne kadar kötü olduğunu vurgulamak için kimi zaman o fiillerin ya da fâillerin ahirette karşılaşacağı azaptan söz eder, kimi zaman da o fiilleri insanların kötülüğünü bildiği şeylere benzetir.
Bazen de tıpkı insanlar arasında âdet olduğu üzere o fiili yapanlara beddua anlamına gelebilecek ifadelere yer verir. Sözgelimi bir kimse yıllar boyunca dişinden tırnağından arttırarak yaptığı birikimin hırsızlar tarafından çalındığını gördüğünde ya da duyduğunda iç dünyasında bir öfke ve nefret oluşur ve bu hislerini “Allah onları kahretsin! Nasıl da böyle bir şey yapabiliyorlar?” diyerek dile getirir.
İşte Kur’an da kimi fiillerin insanlar tarafından kötülüğünün yeterince kavranması ve o fiillerden tam anlamıyla uzak durulmasını sağlamak üzere o fiilleri yapanlar hakkında bu türden beddua ifadeleri kullanır. Bu, hâşâ Allah’ın o fiilleri ya da bunları yapanları doğrudan cezalandırmaya gücü yetmeyip de yakınmakla yetindiği anlamına gelmez, yalnızca o fiillerin insanlar tarafından da kötü ve çirkinliğinin kanıksanmasını istediği anlamına gelir.
Bu açıklamalardan sonra Kur’an’da “beddua” şeklinde ortaya konulan ayetlere kısaca göz atmaya çalışalım:
A) Tevhid Dinini Şirke Çeviren Ehl-İ Kitap
“Yahudiler, Uzeyr Allah’ın oğludur, dediler. Hıristiyanlar da, Mesîh (İsa) Allah’ın oğludur dediler. Bu onların ağızlarıyla geveledikleri sözlerdir. (Sözlerini) daha önce kâfir olmuş kimselerin sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin! Nasıl da (haktan bâtıla) döndürülüyorlar!” (et-Tevbe, 9/30)
Büyük müfessir Fahreddin er-Râzî bu âyetteki “Allah onları kahretsin!” ifadesinin insanlar arasında günlük dildeki “şaşkınlık” ifadesine denk geldiğini, Allah için şaşırma, hayret etme gibi bir duygunun söz konusu olmayacağını belirtir. Şu halde Allah bu ifadesiyle insanlara, ilahî vahiy kendilerine geldiği halde bunu dikkate almayıp tıpkı diğer müşrik toplumlar gibi birtakım insanlara ilahlık payesi yakıştıran Yahudi ve Hristiyanların durumunun ne kadar şaşkınlık uyandırıcı olduğunu ortaya koymaktadır. (Fahreddin er-Râzî, Mefâtihü’l-gayb, 16/30).
B) Münafıklar
“Münafıklar sana geldiklerinde: Şahitlik ederiz ki sen Allah’ın Peygamberisin, derler. Allah da bilir ki sen elbette O’nun Peygamberisin. Allah, münafıkların kesinlikle yalancı olduklarını bilmektedir. Yeminlerini kalkan yapıp Allah yolundan yan çizdiler. Gerçekten onların yaptıkları ne kötüdür! Bunun sebebi, onların önce iman edip sonra inkâr etmeleridir. Bu yüzden kalpleri mühürlenmiştir. Artık onlar hiç anlamazlar. Onları gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider, konuşurlarsa sözlerini dinlersin. Onlar sanki duvara dayanmış kütükler gibidir. Her gürültüyü kendi aleyhlerine sanırlar. Düşman onlardır. Onlardan sakın. Allah onları kahretsin! Nasıl da (haktan bâtıla) döndürülüyorlar!” (el-Münâfikûn, 63/1-4)
Bu ayette yalan söyleyen, “vallahi biz de iman ediyoruz” diye yemin ederek bu yeminlerini bir kalkan ve siper gibi kullanıp müminleri aldatmaya çalışan, peygambere ve müminlere sürekli pusu kurmaya çalışan münafıklara yönelik “Allah onları kahretsin!” ifadesi kullanıldığı görülmektedir. Dikkat edilirse bu ayet de tıpkı yukarıdaki ayette olduğu gibi “nasıl da (haktan bâtıla) döndürülüyorlar!” şeklinde taaccüb (hayret) ifadesiyle bitmektedir. Şu halde bu ayette de vurgulanmak istenen husus, bu kadar delili gördükleri halde münafıkların hâlâ müminlerin kuyusunu kazmaya çalışmalarının gerçekten şaşılacak bir iş olduğunu müminlere haber vermektir.
C) İlahî Hakikatler Hakkında Yalan Söyleyenler
“Kahrolsun o koyu yalancılar! Onlar koyu bir cehalet içerisinde kalmış gafillerdir.” (ez-Zâriyât, 51/10-11)
Bu ayette yeniden dirilişi inkâr edip “yeniden diriliş diye bir şey yok, biz ölünce her şey bitecek” diyen ve böylece insanlığın en büyük hakikati konusunda yalan söyleyenlerin lanetlendiği görülmektedir. (Bkz. Tefsîru Mücâhid, s. 618). Bir başka yoruma göre ise bu ayette “yalancı” olarak nitelenenler, Allah’ın elçisi Hz. Muhammed hakkında “yalancı, sihirbaz, kahin, şair” gibi yalan nitelemelerde bulunanlardır. (Ferrâ, Meâni’l-Kur’ân, 3/83)
Görüldüğü üzere burada “kahrolsun!” şeklindeki beddua ifadesiyle anılanlar dinin temel gerçeklikleri olan tevhid, nübüvvet ve ahireti yok sayarak bunların gerçekliği bulunmadığını söyleyen yalancılardır.
D) Kur’an’ı “İnsan Sözü” Olarak Niteleyenler
“Tek olarak yarattığım kimseyi bana bırak. Kendisine geniş servet verdim, göz önünde duran oğullar (verdim), nimetlerimi önüne serdikçe serdim. Üstelik o (nimetlerimi) daha da arttırmamı umuyor. Asla (ummasın)! Çünkü o, bizim ayetlerimize karşı alabildiğine inatçıdır. Ben onu sarp bir yokuşa sardıracağım! Zira o, düşündü taşındı, ölçtü biçti. Canı çıkasıca, ne biçim ölçtü biçti! Sonra, canı çıkasıca tekrar (ölçtü biçti); nasıl ölçtü biçtiyse! Sonra baktı. Sonra kaşlarını çattı, suratını astı. En sonunda, kibrini yenemeyip sırt çevirdi [ve şöyle dedi:] “Bu (Kur’an) olsa olsa (sihirbazlardan öğrenilip) nakledilen bir sihirdir. Bu, insan sözünden başka bir şey değil.” Ben onu sekara (cehenneme) sokacağım. Sen biliyor musun sekar nedir? Hem (bütün bedeni helâk eder, hiçbir şey) bırakmaz, hem (eski hale getirip tekrar azap etmekten) vazgeçmez o. İnsanın derisini kavurur.” (el-Müddessir, 74/11-29)
Tefsirlerde belirtildiğine göre bu ayet, Mekke’nin ileri gelenlerinden Velid bin Muğîre hakkında indirilmiştir. (Örnek olarak bkz. Beyzavî, Envâru’t-tenzîl ve Esrâru’t-te’vîl, s. 1070; Nesefî, Medârikü’t-tenzîl ve Hakâiku’t-te’vîl, 2/646-648) Kendisi Kur’an’ın üslubundan etkilenmiş, onun Arapların bildiği şiir, kehanet, nesir gibi şeylere benzemediğini söylemişti.
Kavmi kendisinin Müslüman olmasından endişe ederek kendisine Ebu Cehil’i elçi olarak göndermişler, Ebu Cehil de onunla konuşarak kendisini İslam’a ve Hz. Peygamber’e karşı galeyana getirip azdıracak sözler söylemişti. Bunun üzerine Velid uzun bir süre düşünerek zihninde Kur’an hakkında ne diyeceğini tasarlamış, en sonunda onun “sihir gibi etkileyici güce sahip bir beşer sözü” olduğunu söylemişti.
İşte dünyevî imkânlara sahip olup bu imkânları kaybetmeyi göze alamadığı için Kur’an’ı sihre benzeten bu kimse üzerinden Kur’an “kahrolası” şeklinde ifadeler kullanmıştır. Dikkat edilirse ayetlerde herhangi bir isim zikredilmemiş, genel nitelemelerde bulunulmuştur. Bu, Kur’an’ın genel üslubuna da uygundur. Şu halde bu ayette bedduanın söz konusu edildiği şahıs, bir tipleme olup Kur’an’ın üstünlüğünü kendi vicdanında hissettiği ve sezinlediği halde toplumsal itibarını kaybetmemek için ona sırt çeviren, kibirlenen ve Kur’an’ın ilahî kelam olmasını inkâr eden bir insan tipidir.
Söz konusu tipleme bu tavrıyla sadece Kur’an’ı insan kelamı olarak nitelememiş, aynı zamanda onun ilahî kelam olduğunu söyleyen Hz. Muhammed’i de yalancılıkla nitelemiş olmakta, bu yönüyle de hem Allah’a, hem Hz. Muhammed’e, hem de Kur’an’a karşı haksızlık yapmış olmaktadır.
E) Allah’a Karşı Nankörlük Eden İnsan
“Kahrolası [inkârcı] insan! Ne de nankör! [Düşünse ya] Allah onu hangi şeyden yarattı? Bir nutfeden yarattı da ona şekil verdi. Sonra ona yolu kolaylaştırdı. Sonra onun canını aldı ve kabre soktu. Sonra dilediği bir vakitte onu yeniden diriltir. Hayır! (İnsan) Allah’ın emrettiğini yapmadı.” (Abese, 80/17-23)
Bu ayette, bir damla sudan yaratılan, sahip olduğu her türlü nimeti Allah’a borçlu olan insanın yaratıcısına karşı nankörlük etmesi, O’na kulluk etmekten geri durarak vazifesini aksatması sebebiyle “kahrolası!” diyerek bedduayı hak ettiği görülmektedir. Bu bedduanın amacı insanları bu tür nankörlük, isyan, görevini aksatma gibi kötü fiillerden uzak tutmaktır.
F) Müminleri Dinlerinden Döndürmek Üzere İşkence Edip Öldürenler
“Burçlara sahip gökyüzüne, geleceği bildirilmiş olan güne, (o günde) tanıklık edene ve edilene andolsun ki, kahrolsun o çukurları açanlar, [açtıkları çukurlara] çıralı ateş dolduranlar. [Sonra müminleri o ateşli çukurlara atıp da] başlarına oturmuşlar ve müminlere yapmakta oldukları işkenceyi seyrediyorlardı. Onlardan, sırf izzet sahibi ve her türlü övgüye layık olan Allah’a iman ettikleri için intikam aldılar. O Allah ki, göklerin ve yerin mülkü kendisine aittir ve Allah her şeye şahittir. Şüphesiz inanmış erkeklerle inanmış kadınlara işkence edip sonra tövbe de etmeyenlere cehennem azabı ve (orada) yanma cezası vardır.” (Burûc, 85/1-10)
Bu ayetlerde sırf Allah’a iman ettikleri için yakılarak öldürülen müminlere bu işkenceyi yapanlara beddua edildiği görülmektedir.
“Allah onların canını alsın!”, “Allah onları kahretsin!” şeklindeki beddua ifadeleri normalde kötülük, zulüm ve haksızlıklara maruz kalanların bu kötülükleri yapanlara karşı Allah’ın yardım ve desteğini talep etmek amacıyla söyledikleri ifadelerdir.
Gücü her şeye yeten Allah’ın, kötülük yapanlara karşı bu ifadeleri kullanması O’nun da insanlar gibi yakındığı, kötülerden ve kötülükten şikâyet ettiği anlamına gelmez. Bilakis bu, Allah’ın bu fiilleri yapanlara gazap ettiğini, onların cezaya müstahak olduklarını insanlar arasındaki günlük dildeki kullanımı dikkate alarak ifade etmesi olarak görülmelidir.
Bir sonraki –inşaallah- yazıda Kur’an’ın inkârcılara yönelik diğer ifade ve üsluplarını ele almaya devam edeceğiz.