“Göreyim yeni bir günün başladığını ki ben de eskide kalmayayım” diyerek perdeyi aralardı. Her sabah o dinginliği ve sessizliği, uzaktan gelen kuş seslerini, serin esintileri huzurla takip ederdi. Göğün kopkoyu halinin 5-10 dakika içerisinde aydınlığa dönüşmesini izler, her sabah farklı bir hayretle besmelesini çeker ve güne öyle başlardı anneannem.
Uzun yıllar anlam veremedim. Uyuma imkanı varken insan neden uyumaz ki? Yeni günün başladığını görmekle, eskide kalmak arasında nasıl bir alaka var diye düşünür dururdum. Hele orada kaldığım o sabahlar, ‘dünya uyandı siz hala uyuyorsunuz’ cümlesiyle uyanmak ne kadar da saçma ve zor gelirdi.
Şimdi biraz büyüdüm. Dünyanın uyandığı saatte uyanık olmanın bilimsel faydaları gibi başlıkları olan makaleler çıkıyor karşıma. Gün doğarken alınacak derin nefeslerin ruh ve beden için şifa kaynağı olduğunu anlatıyorlar. Ve bu akıma kapılanların sayısı günden güne artıyor. İnsanlar artık birbirlerine kaliteli bir yaşama sahip olabilmek için güne güneşle başlamak gerektiğini fısıldıyor. Neden bilemiyorum ama hep böyle oluyor. Anneannelerimizin, dedelerimizin o kıymetli alışkanlıkları ancak bilimsel bir makale eşliğinde sunulunca rağbet buluyor.
Anneannem nihayetinde bir ev hanımıydı. Bu konuda bilimsel bir makale okuduğunu hiç zannetmiyorum. Fakat sünnete itimadı tamdı. Her sabah, dünya ile aynı vakitte kalkar; dünya aydınlanırken kendi ruhuna şifa olduğuna inandığı şekilde kendini aydınlatırdı. Yeni bir günün başlangıcına şahit olarak yaşadığını ve bu günde de var olduğunu hissederek besmelesini çekerdi. Huzurun, rızkın ve bereketin bu vakitte olduğunu hep söylerdi.
Bazı kelimeler benim için ve onun için mana açısından çok farklıydı tabi.
O huzur deyince içsel bir bütünlüğün dinginliğini ve emanını kastederdi. Ben huzur denilince hiçbir sorumluluk olmadan ve kimse bana değmeden yaşayabileceğim ‘özgür’ ve ‘sorumsuz’ bir günü.
O rızık deyince, maddi ve manevi bizi doyuran her şeyi kastederdi. Yediğimiz lokmadan gördüğümüz manzaraya, aldığımız nefesten bizi seven insanlara, gönlümüzdeki neşeden kalbimizdeki imana. Bense rızık denen şeyin yalnızca para olduğunu düşünürdüm.
O bereket deyince, birin ondan çok daha fazla olabileceğini anlatırdı. Bir güne sığamama şikayetinin bereketsizlik olduğunu, yetmiyor serzenişlerimizin hepsinin ucunun berekete dayandığından bahsederdi. Çok için değil, hayırlı helal ve bereket için gayret edin derdi. Benimse alemimde bereket çok da anlamlandırabileceğim bir kavram değildi.
Yıllar böyle geçti. Anneannem hiç sıkılmadan bize hep aynı öğütleri verdi. Şimdi o yanımda değil öğütleri ise beni yeniden büyütüyor.
Her sabah dünya ile aynı saatte uyanmaya; huzuru, rızkı ve bereketi aramaya çalışıyorum. Okuduğum makalelerden dolayı değil. Kadim bir gelenekten bana ulaşan hallerden dolayı. Ve ben de modernleşen bu dünyada birazcık ilkel kalarak bu geleneği sürdürebilmek istiyorum.
Dünya modernleştikçe erken uyanmayı tavsiye ediyor. Anneannem çağın gerisinde görüldüğü zamanlarda bunu zaten yapıyordu. Bazen şaşırıyorum, sahi kim daha ileride?
Halleriyle, sözleriyle ve gözleriyle bizi ilmek ilmek işleyen büyüklerimiz. Size doğru biraz gerilersek, en ileride biz olacağız eminim.