Altyazıyı takip edemeyen anneler, maçın kendisiyle yetinmeyip yorumlarını da ayrı bir etkinlik olarak izleyen babalar, anlamlı anlamsız animasyon seven çocuklar, aksiyona doyamayan ergenler derken ortak bir payda bulup teknolojiye beraber kurban olmak bile güçleşti. Aynı çatının altında farklı insanlara dönüşüyoruz ya da farklı insanlara dönüştüğümüz için aynı çatı bizi tutmuyor.
Bizim toplumumuzda ailenin çok başka bir yeri olduğunu düşünüyorum şu günlerde. Özellikle Avrupa’daki aile ya da ailesizlik olgusunu yakından gözlemledikten sonra. Aklıma bir adam geliyor: Seneler önce boşanmış ve belli aralıklarla eski evine, çocuklarını görmek için gidip gelmeye başlamış. Bu ziyaretlerinin birinde, oğlunun yatağının altında kocaman bir ekmek bıçağı görmüş. Şaşırıp ne olduğunu sorduğunda, aile içinde babanın taşıdığı anlamlardan sadece birine işaret eden bir cevap almış. “Sen gittiğinden beri evi korumak benim görevim, hırsız gelirse diye yatağın altına bıçak sakladım.” Adam, evde öylece bulunmasının çocuk için koruyucu bir anlam taşıdığını daha önce düşünmemiş. Ben, evde öylece duran birinin dahi ne çok anlam taşıdığını o gün düşünmeye başladım.
Aile kurumunu diri ve güçlü tutmanın önemine işaret eden bir girişten sonra, kendi topraklarımız üzerinde bir aileye mensup olmanın ne anlamlara geldiğini düşünelim: Örf ve adetlerle, gelenek ve göreneklerle, kültürel miras ve coğrafi özellikleriyle süregelen aileler gözümüzün önüne gelsin. Kadının hiç de azımsanmayacak bir çoğunlukta ikinci plana atıldığını, aile kurduğunda zamanla yönetimi eline aldığını, senelerce ikinci planda olmanın getirdiği gizli bir öfke ile evi kontrol ettiğini, evin reisi baba zannedilirken aslında annenin karar verdiğini, erkek egemen deyip durduğumuz topraklarımızda aslında annenin büyük bir güce sahip olduğunu görürüz. Bu egemenliğin ya da aksi yöndeki kopukluğun sonuçları hakkında psikoloji bilimi ziyadesiyle yayın yapıyor. Ben daha çok, gelişen imkanlarla beraber aile içerisindeki yabancılaşmadan bahsetmek istiyorum. Babanın televizyon izlediği, annenin müzik dinlediği, çocukların tablet ya da telefonla oynadığı aile yapımıza dikkat çekmek istiyorum. Burada tek suçlunun teknoloji olduğunu iddia etmeyeceğim fakat gelişen şeylerin insanı birer birer kendi içine çektiğini kabullenmemiz gerekiyor. Hasret gidermek için bir araya gelen arkadaşlar kısa sürede zihnen uzaklaşmaya başlıyor. Bir bildirim, küçük bir ışık tüm dikkatimizi dağıtıp bizi içine çekmeyi başarabiliyor. Bir şarkı açtığımızda, zevkimize göre düzenlenen yeni liste bizim daha çok orada kalmamızı sağlıyor. Bir ürün ya da tarif aradığımızda araya sıkıştırılan reklamlar, bizim daldan dala atlayıp esas konudan bile uzaklaşacak kadar orada olmamıza sebep oluyor. Bir çizgi filmin sezonlarca devam etmesi, dizilerin bölüm bölüm olması; insanın kendini sınırlandırıp kurtarabilmesi için güçlü bir irade sergilemesini gerektiriyor. Çocuk bu iradeye sahip değil. Artık, maalesef, yetişkinlerin de çoğu kendi iradesi üzerinde söz sahibi değil. Velhasıl, elimizi verdiğimizde kolumuzu kurtaramadığımız ve aynı evin içinde bambaşka dünyalara savrulduğumuz bir manzaradan bahsediyorum.
Bunda kuşaklar ve kültürler arasındaki hızlı farklılaşmanın da payı büyük elbette. Altyazıyı takip edemeyen anneler, maçın kendisiyle yetinmeyip yorumlarını da ayrı bir etkinlik olarak izleyen babalar, anlamlı anlamsız animasyon seven çocuklar, aksiyona doyamayan ergenler derken ortak bir payda bulup teknolojiye beraber kurban olmak bile güçleşti. Aynı çatının altında farklı insanlara dönüşüyoruz ya da farklı insanlara dönüştüğümüz için aynı çatı bizi tutmuyor. Bundan olacak ki ailedeki kutuplaşmayıannelerin annelerle, babaların babalarla, çocukların çocuklarla takılması şeklide de gözlemleyebiliyoruz. Ortak kelimelerimiz azalıyor.
Çok kötü bir manzara çizip güzel ailelere haksızlık etmek istemiyorum. Ama salgın dolayısıyla eve kapanınca eşinin aslında iyi insan olduğuna ya da çocuklarının çok da sıkıcı olmadığına dair espri yapan insanları hep beraber gördük. Biz de birbirimizi en çok kahvaltılarda ve akşam yemeklerinde gördük. Birbirimizi gördüğümüzde de kendi dünyamızda denk geldiğimiz esprileri paylaşmaya çalıştık. Paylaşmak için elimizde ne olduğunu sayfalarca tartışmamız gerekiyor. Elektrikler kesilince ne konuşacağımıza dair uzun çalışmalar yapmamız lazım.
Neticede, olması gerekenleri sıralayıp ahkam kesmek yerine olmamasını istediğim şeylere değinmek istedim. Herkesin olumlu hâli kendine göre çünkü. Her aile kendi dinamiğini kendi sağlıyor. Sofraya ne konacağı, oturma odasında ne bölüşüleceği aileyi var eden bireylerin iradesine ve yeteneğine bağlı. Buna dikkat çekmek istedim çünkü ters giden bir şeyler var. Çünkü annemin balık alırken mahalleden geçen balıkçıya “Balıklar nereli?” diye sorduğunu yeni öğreniyorum.