Yol ve doğa fotoğrafları neden içimize ferahlık verir hepimiz biliyoruz aslında. Büyük şehirlerin bitmeyen kavgalarının yorgunlarıyız çünkü. Küçük şehirlerde üniversite okuyanların hayalidir, emekliliğinde okuduğu şehre yerleşip doğal bir hayat kurmak. Okul yolunda, ne zaman bir kuzu görse otlayan ya da papatya tarlasının hemen yanında hayvanlarını otlatan bir çoban görse bunu düşünür: “Birgün ben de bir kasabaya yerleşeceğim.” Fakültede ders esnasındayken, hayvanların boyunlarında sallanan çanların sesini duyduğumda az kurmadım ben de bu hayali. Koca kampüsten şehir merkezine yürümüşlüğüm de vardır bahar aylarında. Topladığım papatyalardan çay yapıp içmenin keyfi başka bir şey de yoktu o günlerde.
Ay başında Halit Yasir ağabey bir fotoğraf paylaşmıştı. Yemyeşil bir tarla ortasında tek başına olan kulübe denilecek bir yerde internetsiz on beş gün yaşayıp yaşayamayacağımız soruluyordu. Kimse yaşayabilirim dememiş. Kim yaşayabilir ki? Fakat sorsanız hepimiz bıktık bu büyük şehirlerden. Şöyle, kimsenin olmadığı bir yerde on beş gün kafa dinlesek kâfi. Alışveriş merkezini bırakın bakkalı dahi olmayan köylerde gerçekten bu kadar mutlu uyanabilir miyiz? Şimdi bir kısmımız “Hadi canım sen de, canımızı okudun. O kadar da şehirleşmedik. Bizim de bir memleket toprağımız var.” diyor. Fakat aynı kısım ben köyde yirmi gün kalsam “İyi dayanmışsın. Bu köy bu kadar güzel miydi? Biz hiç görememişiz bu yanını, şimdi ben de orada olmalıydım.” diyor.
Neden? Neyin özlemi bu? Sadece kargaşadan yorulmuş olamayız, yapmayın. Memlekete gittiğimizde yokluğundan şikâyet ettiğimiz şeylerin yoğunluğundan bunalmıyor muyuz? Kendimizi bulamıyoruz artık yaşadığımız yerlerde. Yani tabir-i caizse, evet muhakkak caiz olmalı, kendimizi kaybediyoruz. Bu yüzden baharda açan çiçeklerle yeniden can bulup, sonbaharda dökülen yapraklarla bir daha can veriyoruz. Toprağa karışıyoruz. Kendimize. Yoksa baharlar neden sevilsin? Hatırlayalım: “Sizi o (toprak)tan yarattık, yine oraya döndüreceğiz ve sizi (mahşerde) bir kez daha ondan çıkaracağız!” (Tâhâ,55) İşte bu yüzden baharda dallarda sonbaharda yerlerde geziyoruz. Unuttuğumuz tek şey; başı ve sonu aynı olan hatta sonu da asıl başlangıç olan bir yolda yürüdüğümüz. Daha da önemlisi kendimize olan özlemimizi dile getiremiyor oluşumuz. Toprak yiyen çocukları yadırgamayın sakın. Vitamin eksikliği falan hikâye, her biri ibret-i âlem. Neye ihtiyacı olduğunu bilemeyen bizlere.
Fotoğraf: Yedigöller