Kimi zaman çok iyi bildiğinizi düşündüğünüz bir söz, bir hakikat bir başkasından işitilince sizde yeniden bir heyecan oluşturur, hatta yüreğinizde hayatınıza dair yeni ve ciddi kararlar almaya vesile olur.
Yıllar önce bir mecliste bulunmuştum. Orada âlim ve ârif kimseler de vardı. Konu döndü dolaştı bir meseleye odaklandı: Sebatkârlık. O mecliste bulunan Sâhibü’l-vefâ Mûsâ Topbaş –kuddise sirruh- buyurdular ki:
“Sebatkârlık, büyük bir nasiptir. Herkeste bulunmaz. Hâlbuki bütün başarılı insanların ortak vasfı sebatkâr olmalarıdır. İş dünyasında da böyledir, ilim ve irfan yolunda da.”
Bir Arap atasözünde denilir ki: “Sebetkâr olan büyür ve gelişir.”
Sebatkârlık, bir fikir, iş, ya da hedefte ısrar ve kararlılıkla durabilmektir. Sebatkârlığın zemininde, iman, sabır, azim, tevekkül ve hedefe kilitlenme gibi faziletler vardır.
Yaptığı işin ehemmiyetine inanmayan kimselerde sebatkârlık olmaz. Zira sebatkârlık, sürekli bir heyecana ihtiyaç hisseder. Heyecanın bittiği yerde, güç de ufuk da biter. Ayakta mecal kalmaz. Bu heyecan ise imanla/inançla oluşur ve devam eder. Bu sebepledir ki imanda şüphe, büyük bir kalp hastalığıdır. Girdiği yoldan dönenlerin birçoğunda görülen hastalık, şüphe hastalığıdır. Bir işe ya da yola girerken, yeterli araştırma, sorgulama ve istişareler yapılmalıdır. Ancak yola çıktıktan sonra da sebatla yol almak başarının olmazsa olmaz bir gereğidir.
Sabır, sebatın bir alt kategorisidir. Sebat belki sabırlar toplamına verilen bir addır. Sabırsız kişiliklerde sebat ahlakı oluşmaz. Zira hayat, zorluklar karşısında sabırlarla yürünen bir yoldur. İnsanı sebatkâr olmaktan alıkoyan hususlar sadece zorluklar değil, hayatın lezzetleri de aynı oranda ve belki daha fazla engel teşkil ederler. Dini literatürde bu nevi tuzaklara “Nefsin hevası” denir. Nefsin (insan benliğinin) hem hakları ve hem de hazları vardır. Haklar verilmeli, hazlar sınırlandırılmalıdır. Sınırsız haz hastalığı, sebatkârlığın en büyük düşmanlarından biridir.
Hazret-i Mevlânâ der ki:
“Nefsin isteklerine uyan kişi, saman çöpü gibidir. O, her arzu rüzgârının önüne düşer, savrulur durur. Sebatlı, ihtiyatlı kişi ise dağa benzer. Bir dağ, hiç esen rüzgâra değer verir mi?”
Sebatkârlığın bir diğer alt kategorisi, ciddi bir irade ve azimdir. İrade, isteğinde samimi olmanın sonucunda oluşan kararlılıktır ki sürekli beslenmeye ihtiyaç hisseder. İrade çözülmesi, sebatkârlık kalesinin en önemli kilit taşlarının düşmesi demektir. Azim ise güçlü iradenin fiil ve davranışla buluşma aşamasını ifade eder. Kişiyi harekete geçirmeyen iradeye azim denmez ve belki temenni denilebilir. Temennilerle ise hiçbir sonuç elde edilemez. Temenni, içine arzu karışmış boş bir hayalden ibarettir.
Sebatkârlığın oluşumunda bir diğer yapıtaşı, tevekküldür. Tevekkül, sebeplere tevessül etmekle birlikte yalnız Allah’a güvenmenin adıdır. Sebeplere yaratıcılık fonksiyonu yüklemeden, her şeyin sebeplerden ibaret olduğunu düşünmeden böyle bir inançla yol yürümek, sebatkârlığı sürekli ümit iksiriyle beslemektir. Ümitsizlik virüsü, sebatkârlığın kanser hücresi gibidir.
Sebatkârlığın besleyici damarlarından bir diğeri de itidaldir. Diğer bir ifadeyle pozitif ve negatif aşırı uçlardan uzak durup dengeli bir çizgide ilerleyebilme alışkanlığı kazanmaktır. Tedricilik yani adım adım hedefe yaklaşma yürüyüşü, ancak itidalli bir yürüyüşle sağlanabilir. Sebatkârlık da az da olsa hedefe doğru daimi bir yürüyüşle gerçekleşir. Mecelle’de şöyle bir kaide zikredilir: “Bir şeyi zamanından önce aceleyle isteyen, sonuçtan mahrum kalır.” Ziya Paşa’nın da şu beyti meşhurdur:
Tiz reftâr olanın pâyine dâmen dolaşır
Erişir menzil-i maksûduna aheste giden
(Aceleyle yol yürüyenin ayağına eteği dolaşır. Hedefine ulaşanlar yavaş yavaş yol alanlardır.)
Sebatkârlığı gerçekleştirmesi bakımından sabır telkin eden dostların etkisini de unutmamalıdır. Kendisiyle baş başa kalanlar, diğer bir ifadeyle nefsinin fısıltıları ile gönülleri bulananlar, uzun süre yol yürüyemezler. İnsan tek başına zayıftır ve çabuk yorulur. Bunun içindir ki Kur’ân-ı Kerim’de Yüce Rabbimiz, hüsrandan kurtuluş için birbirine sabrı ve hakkı tavsiye eden kimseler olmak gerektiğine dikkat çeker. “Haydi dişini sık”, “Hedefe az kaldı; pes etme”, “Zorlukla beraber bir kolaylık olacaktır”, “Sabır acıdır ve fakat meyvesi tatlıdır”, “Sebat edersen büyür ve kökleşirsin” gibi dost ve arkadaş telkinleri, çoğu zaman insanı etkiler ve onu sebatkâr kılar.
Aynı hedefe doğru yürüyen kimselerin örnekliği de gönlü pekiştiren ve kişiye sebat aşılayan önemli kaynaklardandır. Hak Teâlâ Hazretleri, Resulullah –sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin gönlüne sebatkârlık aşısını, çoğu zaman daha önceki peygamberlerin hayat hikâyeleri ile yapmıştır. Bu itibarla kişi hangi alanda yükselmek ve başarılı olmak istiyorsa, o alanın öncülerini iyi tanımalı ve izlerini ısrarla takip edebilmelidir. Âlim olmak isteyen, âlimleri; ârif olmak isteyen, ârifleri; usta olmak isteyen, alanının mahir ustalarını; lider olmak isteyen de çığır açan liderlerin hayat hikâyelerinden beslenmelidir. Bu gayenin tahakkuku için biyografiler, başarı hikâyeleri, kıssalar ve menkıbeler, sebatkârlığı besleyen önemli hazinelerdir.
Üzülerek ifade edelim ki, bilgi ve teknolojinin baş döndürücü bir hızla ilerlediği şu çağımızda sebatkârlıktan nasip alan kimse sayısı azalmıştır. Evlilikler, dostluklar ve arkadaşlıklar, kısa süreli yüzeysel ilişkilere dönüşmektedir. İşçi-işveren, usta-çırak, talebe-hoca, derviş ve mürşid ilişkilerinde derinlikli ve vefaya dayalı uzun süreli beraberliklere nadiren rastlanabilmektedir. Özellikle iş dünyasında, çalışanların aynı işte kalma ortalaması gün geçtikçe düşmektedir. Son araştırmalar bu sürenin altı aya kadar düştüğünü göstermektedir. Bu ise uzmanlaşmanın ve liyakatin azalması anlamına gelmektedir. Herkes için aynı şeyi söylemek mümkün değil ise de genel bir görünüm olarak yüzeysel, ham, olgunlaşmamış kişilikler gün geçtikçe çoğalmaktadır, denilebilir.
Batılda ve yanlışta ısrar ve inat, sebat değil, cehâlet ve ahmaklık nişanıdır. Buna mukabil hak ve hakikat yolunda yılmadan ve geri adım atmadan ısrarla yola devam etmek ise sebatkârlıktır. Böylesi bir sebatkârlık Hakk’ın kuluna bir lütfudur. Böyle olunca da Allah’tan sebat istemek, hayırda muvaffakiyet için vazgeçilmez bir zarurettir.